60’lı yıllardan fotoğraf gibi sahneler kaldı: Oturma odası, sobanın üzerinde mandalina kabuğu, radyo, belki bir pasta, 12.00’yi biraz geçe uyku. Duygusu, huzur. Günlük hayatın akışında biraz değişik bir gece. Tam minimal.
70-80’ler.. Fonda daima açık televizyon, ön planda değişen: Kimlerde toplanılacak? Zihnimde canlı tek sahne: Dışarıdan alınan ya da derleme toplama ne idük yiyeceklerle dolu masa.. gereksiz, kalitesiz, ölçüsüz ve dar zamana sıkıştırılmış yeme içme. Neredeyse insan figürü yok. Yüzler bulanık. Kimlerle olunduğu tamamen tesadüfe kalmış; o anda kim denk gelirse.
90’lar.. ilk dışarıda yılbaşı gecesi keşifleri.. mekanların ‘vadettiği’ mutlu yılbaşılar. Neler denemiştik. Oturduğumuz sitenin lokalinden, tenis kulübünün restoranına kadar. Gazetelerde sayfa dolusu ilanlar çıkardı. Canlı müzikle kaosa davet. Bende bıraktığı tat hep, farkında olmadığım bilinç düzeyinde bir pişmanlık. “Neyse, gelecek yıl şurası çok güzel fikir. Hatta belki şehir dışına kaçarız”.
2000’lerin başına geldiğimizde galiba bunlar kendini tüketti. Yerini, adı konmamış bir bıkkınlık aldı. “Ne olur televizyonu hiç açmayalım, basit bir şeyler yiyelim, kısık ışıkta evimizde müzik dinleyelim” dediğimi çok iyi hatırlıyorum. Sert bir frene basış. Belki etkinin tepki kısmı. Yılbaşı değişim manifestom. Yerine neyi koyacağımı bilmediğim dönem.
2010’lar.. içimde yakalayabildiğim duygular; duyarsızlık, yabancılaşma, her şeyde anlamsızlık. Ne siyasal fanatizmin dayattığı kontr yılbaşılar, ne Batının şablon ritüelleri, hepsine boş bakıyorum.
Alternatif sadelik bile heyecanlandırmıyor artık. Tek içimden gelen o geceyi yok saymak.
Ben oynamıyorum.
Kim bilir.. belki de masumiyet bir kere kaybedilince böyle olunuyor.
Düşüncemin yeni evrelerini bekliyorum.
Şimdilik seyrediyorum.