80’lerin başları.
Asistanlık sonrası çömez banka avukatlığı yıllarım. Çok sıkılmıştım icra takibi sarmalından. Dört dönüyorum, ne yapsam da meşru yolla kaytarsam diye. Çıktı bir fırsat: Şubelerde en sık yapılan hatalar ve ihtiyaç duydukları pratik hukukî bilgilerle ilgili banka içi kitapçıklar yazmak. Ee, yazınca peşini bırakmazlar ki, gel bir de anlat derler. Birkaç yıl sürmüştü yoğun hukuk eğitmenliğim.
İşimi o kadar severek yapıyordum ki, diğer eğitimlerin de organizasyonunu verdiler. Bunun adına eğitim yöneticiliği diyorlardı.
Yani avukatlığa veda.
Birgün dediler ki, sen iş hukukunu biliyorsun, eğitimin yanında bankaya karşı açılan iş davalarının takibini de al üzerine.
Gıdım gıdım yanaşıyorum İK’ya.
Ve büyük an: Bağlı olduğum genel müdür yardımcısı dedi ki, MT almaya başlıyoruz (bilmeyene not: management trainee, sıfır km yönetici adayı), onların seçilmesi mükemmel olmalı, git dışarıdaki bir muhabir bankada (işbirliği yapılan banka diye anlayın) işbaşı eğitimi yap, sonra gel ve proje olarak yürüt.
Fransızca konuşulan bir banka işime geldi, Belçika’da Banque Bruxelles Lambert’e gitmiştim. 6 hafta yöneticinin asistanı gibi çalıştım. Özellikle süreçler. Ne gözlemler, ne biriktirmelerle geldim.
Döndüğümde yeni işim İK idi. Yıl 1986. Ama spesifik bir parçası: İşe almalar, iş davaları ve aslî görevlerine atanıncaya kadar MT’lerle ilgili her şey.
İK’nın içinde bir masa verdiler bana. Etrafımda tanımadığım 8-10 kişi.
Ne oldu biliyor musunuz, beni yabancı unsur saydılar. Departmanda kıyamet gibi bir şeyler yapılıyordu ve hiçbir şeye dahil değildim. Beyoğlu’unda kaldırıma masa atmış milleti seyrediyor gibiydim.
İK’nın, ulvi görevleri olan kodamanları vardı. Ücret skalasına çalışıyorlar, performans sistemleri kuruyorlardı. Hele özlüğün başında bir Medusa vardı ki, en yıkıcısı oydu. Yokmuşum gibi davrananlar..
Öğlenleri birlikte yemeğe çıkarlardı, ne gel ne bir şey, tek başıma departmanda oturduğumu bilirim. Çalan telefonları çekerdim (öyle denirdi, başka masada çalan telefonu tuşlayarak açmak yani).
Onlardan değildim. Belki de kariyer yolumu sevmediler, dünkü avukat, eğitmen ne anlar İK’dan.
Kara koyunluğumu dün gibi hatırlıyorum.
Sonra ne mi oldu?
Ben oradan gittim. Başka yerlerde hep İK’cılık yaptım. Departman yöneticisi oldum. Genel müdür yardımcısı oldum. Sonraları İK danışmanı oldum.
Hayatımı değiştiren, bana güvenen o genel müdür yardımcısını o kadar unutmadım ki, bugün oğlum onun adını taşıyor.
Kodamanlardan birisi çok önemli yerlere geldi, şimdi emekli, hiçbir bilgim yok. Birisinin, kendi küçük bordrolama şirketi var. Medusa silindi gitti.
Ben, Duracell tavşanı, hâlâ trampetimi çalarak ilerliyorum.
Bugün en iyi yaptığım şey mülakattır; benden özel ve hassas mülakatlar istenir. İşte böyle.. bir insanın inisiyatifi sayesinde tesadüfen başladı ve bugünlere geldi.