Kadıköy ilçe Emniyet Müdürlüğü’nden aradılar. Bir mahkeme ilamı tebligatınız var, adresiniz bulunamamış diye. Adres yanlış değil, buralarda sokak adı yok, hatta doğru dürüst yol yok, siz yazın mahkemeye ‘muhatapla görüşüldü, adres tebligata uygun değil, yeniden çıkarılması ve muhtara teslimi’ deyin dedim.
Sonra aklıma geldi, zarfın üstünü okur musunuz dedim. Okudu. Dava: Düzenleme şeklinde vasiyetname tenfizi (düzenleme, noterden yapılmış demek).
Anladım.
**
69’da Saint Benoit’da yatılı 8’deydim (orta son). Hafta sonlarında annem babam telefon ederdi. Büyük avluya seslenirlerdi, Ahmet Eryılmaz telefonun var diye. Nasıl koşardım (o zamanlar Antakya’dalardı).
Birgün babam dedi ki, oğlum İstanbul’dan bir daire alacağız. Gelecek hafta sonu çıkışında Moda’ya git bak, beğendiğin bir yer olursa konuşalım, senin seçtiğini alacağım.
Buldum. Daha inşaat halindeydi. Moda burnunda denize bakan bir apartman. Levhasından okumuştum müteahhidin adını telefonunu. İkinci katta bir daireyi aldık. O yaz taşındık. Apartmanın ilklerindendik. Merdivenin mermerlerinde betonlar yapışıktı daha. Lisede yatılılık hayatım bitti. O evde yalnız yaşardım.
**
75’de Fransa’da Hukuk’da okuyordum. Annem öldü. Hiç beklenmedik bir şekilde, 3-4 gün içinde. Babam için döndüm. İstanbul Hukuk’a naklettik. Baştan aldım okulu.
Artık Moda’da babamla ikimiz yaşıyorduk.
**
Birgün babam dedi ki, hayatın ne getireceği belli olmaz, bu ev senin, notere gideceğiz, vasiyetnameyle sana bırakacağım. Anlamadım ne gerek olduğuna, peki dedim. Öyle ayrıntılı bir vasiyetnameydi ki, evdeki telefon numarasını dahi dahil ettirmişti.
**
Yıllar içinde babamla birlikte yaşamımızda onun katı alışkanlıkları, kuralları beni zorladı. Kendi evime, kendi yaşamıma gittim. O da evlendi. Evlendiği kadını her gördüğümde ‘irkilirdim’. Nedenini bilmiyorum ama duygum buydu. Gittikçe babamla uzaklaştık.
Çok uzun zamanlar böyle geçti.
**
2001. Birgün karısı telefon etti, babanı hastaneye kaldırdık, durumu iyi değil diye. Hemen koştum. Yoğun bakımdaydı, odaya girdiğimde bilinci yerindeydi, beni görünce başını çevirdi. Konuşmadı. O gece komaya girdi. 26 gün sonra da öldü.
**
Ölümünden birkaç hafta sonra veraset ilamı için başvurdum. Ayrı olarak da vasiyetnamenin tenfizi (yerine getirilmesi) için usulen sulh hukuk mahkemesinde dava açtım. Karısı bilmiyordu.
Bir avukat tutmuş, o da cevap dilekçesi yazmış. Diyor ki, vasiyetname 65 yaşın üstünde yapılmıştır, akıl sağlığının yerinde olduğuna dair doktor raporu yoktur, kendisi bunama belirtileri gösteren hasta bir insandır, onun için vasiyetname geçerli değildir.
O davalaşma dilini iyi bilirim ama çok gücüme gitti bu suçlama. Dava olarak göremedim, dokundu bana.
Gittim karısıyla konuşmaya. Dediği tam şuydu: Bunca yıl babanı bu ev için çektim, başka malvarlıkları senin olsun, ben burayı sana bırakmam.
Birkaç gün düşündüm. Tamam dedim, terekede karşılıklı feragat edeceğiz, babamın onurunu mahkemede zedeleme, al otur Moda’nda.
Bir daha da ne gördüm, ne duydum. Çok seyrek Moda’ya gittiğimde, durup bakarım gençliğimin geçtiği yere.
**
Polis memurunun tebligatınız var dediği dava, o dava işte. 17 yıl sonra sonuçlanmış. İlamı okumadım. Görmek bile istemiyorum.
**
Artık bir tek şeyin anlamı var benim için, ben babamı çok severdim.
Başka hiçbir şey önemli değil.
Sümer Özvatan dedi ki:
Yaşım 50, babam 51 yaşında öldüğünde 15 yaşındaydım.
Babamla birlikte olduğumuz son fotoğraf 1975 yılında, ben 7 yaşındayken çekilmiş, sonraki 8 yıla ait tek bir fotoğraf yok.
O fotoğraf ofis masamın çekmecesinde durur ve her sabah işe geldiğimde bakarım.
Yazıyı okurken çok duygulandım..
Yoğun bakımdaki babasını görmeye giden oğula babanın başını çevirmesi ve yıllar sonra Moda’daki o eve bakmak; hangisi daha ağır gelir insana, doğrusu karar vermek zor.
Daha fazla yazamayacağım..
Ahmet Eryılmaz dedi ki:
Onun için zor taşıdım, bu yaşıma kadar bekledim. Şimdi vakti geldi.