Anılar

Uyanış

(Bu yazının konusunu ve içeriğini Ata Özdemirci ile tasarladık; fikirlerimizi birleştirdik).

Ata, iş yaşamını bitirişlere ‘epik kurtuluş gibi’ diyor.

Ve üç bölümde sahneye koyuyor.

İlk bölüm bir plazada. Kahramanımız, rol kişiliğiyle ilgili çatışmalar yaşar. Yaşadığı sahte ilişkilerden çok sıkılır ama döngüyü bir türlü kıramaz.

İkinci bölümde uyanmıştır. Davranışları değişir. Uyanır, yataktan çıkmaz. İşe gecikir. Bile bile işlerini yetiştirmez. Laf sokar. Canının istediği gibi saçmalar.

Üçüncü bölüm çözülmedir. İstifa ve boşluk. Tanımadığı karışık duygular yaşar.

İşte tam burada, ben, yükselen müzikle Sartre’ın Uyanış’daki (L’âge de Raison mu demeliydim?) Mathieu Delarue’sünü sahneye sokuyorum.

Tıpkı Jean-Paul Sartre gibidir Delarue. O da 35’lerinde. O da lisede felsefe öğretmeni. Kendi doğruları olan ve kendine dahi sorgulatmayan. Kendi içinde dolanan. Ama bu özellikleri aynı zamanda Mathieu Delarue’nün güçlü yanıdır: O kadar kendinden emindir ki, varoluş sıkıntısını tanımaz.

Bir eleştirmen, Sartre’ın bakışı için ‘peş peşe sıralanmış reddedişler’ demiş. Her şey.. sistem, değerler, insanlar, düşünceler.. hatta Nobel Edebiyat ödülü.

Delarue, bugünkü iş ortamlarında yaşasaydı, Sartre’ın ‘kendinden kaçan arayışlar’ındaki boşluğu görürdü.

Vasatlığa evrilen bir Dünya’da nasıl bir reddediş anlamlı olabilir ki?

Onun için Ata’nın mizansenine dördüncü bölümü ekliyorum: Çözülmenin de klişe bir sentez olduğunu fark edip, belki bu defa ‘bilerek kendinden kaçışa geçme’.

Yorumunuz var mı?