Kısa öyküler

Sakin bir akşamüstü

Aynaya doğru eğildi, eliyle kaz ayaklarını gerdi, kendine seyretti öyle. Biraz çekildi, iki eliyle parmaklarını saçlarının arasından geçirdi arkada topladı. Güzelim hâlâ diye düşündü.

Sonra gözü tişörtündeki yağ lekesine ilişti. O leke onun özgürlüğünün simgesiydi. Kendi hayatı, kendi lekeli tişörtü.

En sonunda bıraktığı tadı tanımlayamadığı bir 50 yıl geride kalmıştı.

Hiç evlenmemişti.

Bir adamı çok sevmişti. Güçlü bir karakterdi. Çok karizmatik. Zevk sahibi. ‘Mondaine’. Karmaşık. Özgün. Zor. Sonunda yorulmuştu. Kendi duygularından yorulmuştu; ona ayak uydurmak için kendini kasmaktan yorulmuştu. Bakımlı olmaktan, akıllı olmaktan, üstün olmaktan.

Bir başkası çocuk gibiydi. Çizgi karakter. Muhtaç. Eğlenceli. Zararsız. Bir müzisyen. Annelik yapmıştı sanki ona.

Birisi güzeldi. Sadece güzel. Yakışıklı. Bir heykel. İçi boş, gelişmemiş. Bir dekor.

Hatırlamıyordu bile hangisi ne zamandı? Ne kadar sürmüştü?

Bütün bunlar, o anlamsız, boş, isteksiz iş hayatıyla eş zamanlı yaşanıp gitmişti.

Ne yemeğim var akşama dedi. Buzdolabını açtı. Biraz gravyer, domates, süzme yoğurt, birkaç sebze, yıkanmış kıyılmış maydanoz. Hemen kabaklar rende, biraz mücverimsi bi şey, az sarımsaklı yoğurtlu semizotu, peynir. Akşama hazırdı. 20 dakikasını almamıştı. Böyleydi işte yalnızken yemekleri; tam istediği gibi, sade, az. Canı ne istiyorsa o.

Bir bira aldı dolaptan. İyice soğuk. Az sonraki rakısından altlık.

Balkon vakti geliyordu. Sevgili balkonu. Gizli Dünyası. Bir sedir uydurmuştu. Bir sürü saksıları vardı. Özenmişti o küçücük yere. Sormuş, suya dayanıklı emprenye çamı öğrenmiş, onunla kaplatmıştı. Özel yaşam alanı için biraz masrafa değerdi. Akşamları uzun zamanlarını orada geçirirdi, sedirde ayağını uzatır, yanında küçük sehpasına birkaç mezesini koyar, arkasını minderlerine yaslar yemeğini öyle yerdi. Hiç rahatsız sandalyelerle, masayla işi yoktu.

Kerahat vakti gelmişti.

Bir an hüzünlendi. O anda birisi olsa yanında güzel olmaz mıydı? Dinleyebileceği.. anlatabileceği.. Gecenin bir vaktine kadar her şeyden konuşabilecekleri. Hem sevgili, hem arkadaş, hem yoldaş. Hayatının bu döneminin birlikte tadını çıkarabileceği.

Yüzer gezer bir düşünceydi, hemen geçti.

Telefonundan Spotify’ını açtı. I’am old fashioned diyordu şarkıda. Bir jazz üçlüsü.

Gitti içeriden rakısını aldı.

Huzuruma dedi ilk yudumunda.

Kendini seviyordu. En değen şey oydu o anda.

***

(*) Gözde Yüksel (@GzdeYksel14) Ankara’lı bir iç mimar. Atölyesi var. Bir tweet’daş, tanışmadık hiç, öyküme çizgisiyle katkıda bulunmak istedi, ona çok teşekkürler.

Yorumunuz var mı?