Dil-düşünce birliği sağlayalım ki aynı şeyi konuşuyor olalım.
Prosedür, bir amaca ulaşmak için takip edilen yol. Yöntemlerin süreç mantığıyla sıralanmış ve belgelenmiş hali. Yapılandırılmış usuller. Mesela iş amaçlı masraflar ya da seyahat harcamaları. Mesela terfiler. Mesela performans değerlendirme. Ya da oryantasyon.
Yönetmelikler iç kurallardır. Mesela kıyafet yönetmeliği. Ya da ücretli-ücretsiz izin yönetmeliği.
Politikalar ise, o kuralların arkasındaki ilke kararlarıdır. Değerlerle bütünleşik kurumsal davranışlardır.
Hayal edin ki, oturdunuz ekranın başına, bunlardan birini yazacaksınız. Daha ilk adımda karşınıza kendi başınıza cevaplayamayacağınız dev sorular çıkar. Bütün politikalarınız elinizin altında hazır mı? Bütün kurumsal değerler belirlenmiş mi? Başka yerlerden kopyala-yapıştırı saymam. Özgün, gerçek ve güncel olacak.
O zaman tek yol kalır: Çok taraflı iletişimle önce altlığını hazırlamak. İşte burada İK’nın rolü belirginleşir: Organize etmek ve yönlendirmek. Toparlama için bir sürü yöntem kullanılabilir. Üst yöneticilerle tek tek yapılandırılmış görüşmeler yapılabilir, ad hoc (bir defaya mahsus) karar grupları oluşturulabilir, hatta şirket içi mini referandumlar bile yapılabilir.
Bundan sonrasında İK’ya toparlama ve yazma görevini verebiliriz. Ama ortaya çıkacak metne hâlâ çok güvenemezsiniz. Yaşayan bir metin olabilmesi için hatalardan ve eksikliklerden arındırılması gerekir (bu aşamada geniş düşünebilen ve kurumsal ortamlara alışkın bir hukukçuyla da paylaşmanız lazım). Bunun için bir kurumda, geçici bir son madde konmasını ve yürürlüğe girmesinin ileri bir tarihe bırakılmasını önermiştim. Daha çıkar çıkmaz delinmesin diye. Bütün bunları yapmadan istediğiniz kadar kendi başınıza oturup yazın. Ya ölü doğar, ya da insanların direnmesine rağmen zorla uygulatırsınız.
Haksız mıymışım tek başına yazılmaz demekte?