En çok iz bırakan iş hayatı yıllarım Bank Ekspres’di. Çok sevdiğim İbrahim Betil’in dönemi. Başlangıç zamanları.
İbrahim beyin zihninde canlandırdıkları onun gerçeğiydi; bir hayalden öte.
Görmüşçesine anlatırdı.. sonra.. siz de görürdünüz onu.
Derdi ki, özellikle şubelerde bazı kişiler çok önemli. Mesela kalite yönetmeni. Masasız, yarı ayakta, belki en fazla bir yere ilişen. Her şeye hâkim. Ev sahibi. Karşılayan, çözen, duyan, karar veren, herkesle iletişime geçen (şube müdürünün odası en dipteydi, çünkü roller değişmişti, onun misyonu başkaydı).
Birisi garson. Ama tam garson da değil. Batman’in hizmetkarı rolündeki Michael Caine gibi. Tabii ki İbrahim bey öyle demedi ama bir ‘butler’. Âkil garson. O da şubeye gelen önemli müşterilerin duygularını yakalayacak. Bir ağırlama profesyoneli. İnsan tanıma ustası. Kendi mesleğini aşmış bir insan. Ama asla Genel Müdürlük’de çalışanlara hizmet için böyle biri olmayacak, o sadece müşteriler için. Başka bir düşünme biçiminden bahsediyoruz.
Birisi vale. O da çok önemli. Şubelerde otopark ondan sorulacak. Halledecek o işi. Arabasıyla gelen hiç düşünmeyecek. Ne kadar basit geliyordur bunlar şimdi size. Bugün her yer vale dolu değil mi? Ben ilk valelerden bahsediyorum. En erken formu.
Biraz canlandırabildim mi o günlerde İbrahim beyle ne kadar yaratıcı bir İK’cı olmak gerektiğini?
Bunlar küçük iş değil. Arada çıkartılabilecek şeyler değil. Şube müdürü bulmaktan daha zor.
Dikkatli dinlerdim. Her kelimesini yakalamacasına. Asla o anda bildiğim bir şeye indirgemeden. Onun gibi bakmaya çalışırdım. Sonra sıra aksiyona gelirdi; nereden bulacağım şimdi ben bunları? En zevkli kısmı oydu: Karışılmadan, müdahale edilmeden tasarlamak.
90’ların başı. İnternet’in erken zamanları. Kariyer sitelerini falan daha rüyamızda bile görmezdik. En fazla yapabileceğimiz, Hürriyet İK ekinde özgün ilanlar tasarlatmak ve o kaotik sayfaların arasında iyi bir yer kapmak.
Bu pozisyonlar için bunu yapmaya kalkıştığımı düşünmüyorsunuz değil mi? Kalır tek yol: Kalk yerinden ve bul onları!
Yıllardır gittiğimiz bir balık lokantası vardı. Garsonları ismiyle tanırdım. Biri vardı, aklıma o geldi, bir akşam kartımı verdim, beni ara yarın dedim. Bond filmi gibi. Kolay mı, yılların balık garsonuna çay kahve servisi yap diyeceksiniz. Kabul etmişti.
Aynı şeyi aşina olduğum bir değnekçiye yaptım (o zamanlar işin ismi tam buydu). Sokakta ayaküstü sohbet etmiştik uzunca. Mülakattı o aslında, çok sevinmişti önerime.
Kalite yönetmeni adaylarıyla konuşurken, onlar, şık bir üniformayla ortalıkta dolaşıyordu zihnimde:) Her biri farklı bir iş yapıyordu evvelinde.
Bunları yaparken heyecan duydum. Hepsi hayalin gerçeğe dönüşmesiydi.
Zaman, yaşamlar, her şey bugün değişmiş olabilir. Bence bir şey değişmedi: İK’cı, mesleğini, sahada ve hayal gücüyle yapar.