Genç adamın içinde karşı koyuşları vardı.
Şablonlar sunuluyordu ona hayatıyla ilgili.. onu hiç ilgilendirmeyen.
Hiçbir zaman evliliğe inanmamıştı. ‘O’nun adı eş değil, belki en iyi arkadaşım olabilir diyordu. Rollerin olmadığı iki cinsiyetsiz insan. Toplumdan tamamen sıyrılmış.
Geleneklerin dışında, iç içe ama apayrı iki kozmos hayal ediyordu. Bir sürü paylaşılmayan şey olabilirdi. Zevkler, tatlar, alışkanlıklar zaten tek kişilikti. Yaşam, iki kişilik bir hücre olmamalıydı. Onun onuruna saygı, özel yaşam alanlarının tek sınırıydı. Bu denge de ancak iyi bir dostla olurdu.
Toplum değerleri, dış sesti. Duyulabilecek uzaklıkta ama ‘ait olunmayan’.
En önemli ölçüt seyahattı. O, yalnız gitmenin güzelliklerine denk bir seçenek olabilmeliydi. Herkes için büyük sınavdı seyahatın zor anları. Bir şeylerin ters gittiği, çözüm bekleyen o tatsız anları birlikte atlatabilmeliydiler; ki o anlar, henüz yaşanmamış bir geleceğin denemeleri olabilsin.
Ve anlatabilmek. Hesapsızca. Kimin o anda en çok ihtiyacı varsa. En doğru, en kestirme kelimelerle. Karşı tarafın tek verebileceğinin sade bir dinleme olduğu konuşmalar.
Cinsellik mi? Onun da ayrı tadı olmalıydı. İki kişi arasındaki planlanmamış özel anlar.
Hayat yorgunluğuna yapacak bir şey yoktu. Yıpratacaksa durdurulamazdı. Bedelinin ne olacağını zaman gösterecekti.
Bu insan belki de yoktu. O zaman hayat devam edecekti; zorlamadan, kendi akışında.
Babasıyla sohbetlerinde öylesine gelip geçen konulardı. ‘Umut yok sanki baba’ demişti, ‘gidiyor böyle işte’.
Babası bir şey dememişti. Belli etmemişti ama şaşırmıştı, çünkü bunlar tamamen kendi düşüncesiydi. Hiç hatırlamıyordu anlattığını.
Yüzüne yansıtmadan gülümsemişti.
Galiba biraz da gururla.