Kantin kalabalıktı.
Kimin arkadaşıydı, nasıl aynı masaya düşmüştük bilmiyorum. Masada hararetle konuşulanları dinlerken hiç düşünmeden çayına üç şeker atmasa dikkatimi çekmezdi. Çayı bu kadar şekerli içen kaldı mı?
Karton bardağı dudaklarına götürdüğünde, çayın o şerbetli tadını hayal edip yüzümü buruşturmaktan kendimi alamamıştım. O bunu, başarısız bir ilgi denemesi sanmış olacak ki, gözlerini hızlı kırpıştırıp gülümseyerek karşılık vermişti.
Onu daha sonra kantinde gene gördüm. Zayıftı. Yakası açık kazağından köprücük kemikleri belli oluyordu. İlk bakışta herkesin görebileceği gibi değil, baktıkça sevilecek bir kızdı. Gizlice sevimli.
Her gördüğümde elinde bir kitap olurdu. Sonu gelmeyen bir açlığı doyurmaya çalışır gibiydi. Okuyor gibi görünmek değildi yaptığı, eminim. Kantinin uğultusuna ve gözleri yakan sigara dumanına rağmen kendini kitaba kaptırırdı. Bazen yüzü düşünceli bir hal alır, sonra heyecanla aydınlanır ve bir şeylerin altını çizmek için gözlerini kitaptan ayırmadan masadaki kaleme uzanırdı.
Uzaktan izlerken, onu bu kadar heyecanlandıran şeyin ne olduğunu merak ederdim.
Konuşmak için hiç yanına gitmeye cesaret edemedim. Rahatsız ederim dedim. Yanlış anlaşılır, kendimi kötü duruma düşürürüm dedim.
Alışmıştım artık onunla uzaktan birlikteliğe. Sanki böyle istemiştik. Buna karar vermiştik; evet bizim bir bağımız var ama bunu kimse anlamayacak.
Zihnimde tanıyordum onu. Bazen kendi düşüncelerime kendimi o kadar inandırıyordum ki, bunları bana birisi mi söyledi, ben mi uydurdum ayırt edemiyordum.
Öyle zevkliydi ki onu hayalimde gittikçe daha çok tanımak. Baktıkça görüyordum sanki.
Bir umursamazlığı vardı. Dışındaki yaşamla ilgilenmiyordu. Dışarısı fazla gürültülüydü. İçerisi, boşluk kadar sessiz. Orada sadece onun tanıdığı karakterler yaşardı. Kim bilir, belki kimisi zordu. Onlarla da inişli çıkışlı yaşamlar dönüyordu. Belki onlar da şaşırtıyordu. Onu üzüyorlardı.
Günlük yaşamını çok merak ediyordum. Küçük takıntıları neydi? Peşini bırakmayan tatsız anıları var mıydı? Komik miydi? Neler onu hüzünlendirirdi?
Tanımadığım bir karanlık odada ışığı açmaya korkuyordum aslında.
Karar verdim; biliyorum, o parlak aydınlık, her şeyi olduğundan çirkin gösterir, keyfimi bozmak istemiyordum, hep böyle sürsün istedim.
Evet nerede kalmıştık?
***
Not: Fethiye Şenel bir akşam gene kendi kendine sulu boya resim yapıyormuş, yaptığı hoşuna gitmiş, bana gönderdi belki bir öykümde kullanırım diye. Ben de Ezgi Kızmaz‘a dedim ki, elimizde sadece bu var, hadi başla yazmaya, bıraktığın yerden ben tamamlayacağım. Bu çıktı. Bakalım ek yerini anlayacak mısınız?