Hard İK

Kurumsal eğitim mimarileri

Mimari sözcüğünü ‘yapı’ anlamında kullanıyorum. Mesela ekonomide yap-sat mimarisi denir, bu da eğitim yapılandırması.

Öğrenme kuramlarının, kurum içi eğitimlerdeki pratik karşılığını anlatacağım. Yani yazının nokta atış amacı, eğitim sinopsislerinde geçen yöntemlerin arkasına bakmak.

Öğrenmenin tanımında geçen bazı hashtag’ler: Farklılaşma.. yeni anlam yükleme.. düşünce ya da davranış değişikliği.. yapabilir olma.. Güzeller değil mi?

Gelelim öğrenmenin doğasını açıklamaya çalışan kuramlara.

Davranışçı kuramlar, en basit ifadeyle koşullanmaya odaklanır. Zihinsel süreçler önemli değildir; öğrenme, uyaranla tepki arasındaki ilişkidir. Bunu çeşitlendirmişler; kimi koşullanmayı ‘deneme-yanılma’ olarak görmüş, çözmeye uğraşırken öğrenirsiniz demiş (Thorndike). Kimi, koşullanma sadece refleks değildir, sonuçlarını görerek olur, hatta ödülle güçlenir demiş (Skinner).

Biz bugün bu öğrenme yöntemini koçlukta, geri bildirimde, proje ekiplerinde, oyunlaştırmada, sanal simülasyon ortamlarında uyguluyoruz. Tekrar ve güdülenme gerektirdiği için, sonuçları biraz geç alınan, masraflı ama ölçmesi kolay bir yöntemdir.

Bilişsel kuramlara göre, öğrenme, doğrudan gözlemlenemeyen zihinsel bir süreçtir. Bir tür, zihnin, gelecekte yaşanabilecek durumlara karşı aşılanmasıdır. Sanal olarak önceden zihnimizde canlandırmışsak, gerçeğine hazırızdır, artık yeni verilere kendiliğimizden anlamlar yükleyebiliriz (Gestalt okulu psikologları, Piaget, Cullingford, Brooks&Brooks, Senge). Düz bilgi aktarmanın önemi yoktur, herkesin kendi neden-sonuç ilişkilerini kurması gerekir.

Benim bildiğim bunu en iyi başaran yöntemler sinema sekansları üzerine tartışmak ve ters yüz eğitimle gerçek olay analizleridir. Ama zorluk şurada: Eğitmenin kapasitesi çok yüksek olmalı. Ön hazırlık, grupların oluşturulması, öğrenme ortamları, esnek süreler.. bunlar konvansiyonel olamaz. İnsanları düşündürmek kolay değil.

Öğrenmede benlik kuramı ikincil kalır. Pek söz edilmez. Kendini algılayış biçimi öğrenme zeminini hazırlar der. Kendini gerçekleştirme, aslında öğrenmenin kendisidir (Bloom, Rogers).

Kurumlarda, bu, kültürlere karşılık gelir. Bir zamanlar meşhur ‘öğrenen organizasyonlar’ vardı, bu o işte. Böyle bir öğrenme, değerlerle ve süreçlerle yönetilir. Neyse geçelim, bugün ütopya oldu.

Bir de nörofizyolojik temelli kuramlar var. Öğrenmeyi, nöronlarla ve sinaptik bağlar oluşturulmasıyla açıklar (Hebb).

Bu yöntem, örüntüleme (patterning) ile işler. Mesela çalışanların tiyatro oyunları.. yapay olmamak şartıyla sosyal ortamlar.. özgür startup ortamları.. İnsanlar oralarda farkında olmadan öğrenir.

Diyeceğim o ki, işte bunun için birçok yerde artık o departmana eğitim müdürlüğü denmiyor. Şu kuramlara bakın, öğrenmeyi sınıf dışına çıkarmak zorundayız.

 

Yorumunuz var mı?