Konumuz İK’nın konumlandırması.. ‘positioning’ yani. Tam olarak etki noktasının belirlenmesi.
Bir defa İK’nın kucağında 15 dolayında alt alan var. Yetişkin bir İK’cının büyük çıkmazıdır bunları önceliklendirmek.
Büyük yerlerde kıyamet gibi insan çalışır ve birbirleriyle alakaları yoktur. Bir bordrocu, bir eğitim bölümü çalışanını tanımayabilir bile.
Soru şu: Az çalışanlı bir İK’da görev önceliklendirmesi nasıl yapılacak?
A- Onlardan özlük gibi belli işler bekleniyor olabilir. Departmanın adı İK olmuş olmamış önemli değil.
B- Her şeyden az az istenebilir. ‘Generalist’ lafı boşuna çıkmamış, ki şahane bir çözüm sayılmaz.
C- Ya da en zoru, birçok şey doğru dürüst istenebilir.
O zaman tek yol kalıyor: Kanunen elzem olanları yapıp üzerine ekstra ne yapılacağını seçmek. Asgari zorunlular malum: Bordro, İSG, işe alma-çıkarma vs. Öncelik, onları garantiye almak.
Devamında sofistike İK’yı ancak bir kurmay yapabilir.
O kişiler devşirme de olabilir. Sahadan, üretimden, iş geliştirmeden.. Kendine özgü profiller.
Yıllardır büyük bankalarda, holdinglerde bu yapılır. İK’nın tepesine, İK kökenli olmayan insanlar getirilir. Bunun tercümesi bence şudur: Biz İK değil, iş yapıyoruz; gerektiği kadar İK bize yeter.
Yani dedim ki..
Kuruma göre İK; ya tam takım amiral gemisi, ya da aradaki komutanlar olmadan düzgün işleyen bir makine dairesi ve bir stratejist demek.
İK onun yalnız başına savaşıdır.
Tuhaf ama böyle.