D.17 Eylül 2007-Ö.18 Aralık 2013
Bir yıl oldu. Paylaşmaya ihtiyacım var şu anda.
Kangi’yi alıp gelmeden kitaplardan okuyup hazırlanmıştım. Bir sürü şey biliyordum. Mesela Tamer Dodurka hoca Köpek Psikolojisi kitabında ufak ufak ısırır demişti. Bütün kıyafetlerimde delgeçle delinmiş gibi delikler olmuştu. Dayanamayıp çok bağırmışımdır. Demek ki bilgi hiçbir şeymiş. Okumakla hayal edemiyorsunuz, yaşanmışlığın dataları bir başka.
Kangi yalnız yaşadı. Ne kardeş, ne arkadaş. Sadece ben. Üzerine titrerdim. Sonra bir gün kolunu yalamaya başladı. Obsesif bir şekilde. Saatlerce, günlerce. Yara yaptı. Veterinerin yapacağı bir şey yok. Oyalayın diyor. Sıkılan köpekler yapar diyor. Böyle devam ederse kangren olur kolunu kurtaramayız diyor. Büyük bir karar verdim birgün: Kolunu asla kestirmem, madem bu kadar sıkıldı, yaşamını değiştireceğim. Açtım bahçenin kapısını, git hadi hayata dedim. Git. Git kaderini yaşa. İnanamamıştı, açık kapıdan bir süre çıkmamıştı. Sonra yeni düzene geçmiştik, istediği kadar dolaşıp geliyordu. Riskliydi ama yalamayı da bırakmıştı. Ne olursa olsun kararımla ve onun dönüşleriyle hep gurur duydum. Demek ki hayatlarımızı yaşamak zorundayız, kimsenin kimseyi bir noktadan sonra korumaya ne hakkı ne gücü yeter.
Bir ilkem var: Zincir hâşâ yok. Eh az da olsa evden uzaklaşma zamanlarım oluyor. İş seyahatları, kısa hafta sonu gidişleri. Bırakıyordum bahçede (duvarlar alçak, istese kolayca atlar giderdi). Aklım kalıyor muydu, kalıyordu. Her defasında sevgiyle kapıda karşıladı beni. Demek ki karşılıklı güven böylesine bir dilsiz iletişim.
Bahçe büyük değil. Bir kısmında sebze ekili. Azmettim Kangi’ye bunu anlatmayı. Alırdım rakımı otururdum domateslerin maydanozların dibine. Tam gerektiği anda hayır derdim. Sonunda ekili alana basmamayı anladı. Demek ki büyük bir sabır ve sevgiyle her şey anlatılabiliyor.
Kısacık hayatında sen eğittin beni Kangi.
Sen özelsin.