Kocaman bir fabrikaydı. Türkiye’nin kendi alanında lideri.
Benden çok önem verdikleri bir iş istemişlerdi: Doğru İK’cıyı bulma.
Klasiğimdir, önce kurum kültürlerini anlamam lazım.
Çok da uzaktı yerleri, höff.. birkaç gün uğraştım. İnsanlarla konuştum. Anekdotlar dinledim. Yıllar içinde İK’dan kimler gelip geçmiş, yarı hayal etmeye çalışarak öykülerini canlandırdım (evet duygusu, yok olmuş medeniyetlerden izler gibi).
İşin sonuna geldim. Anlatacağım fikrimi artık. 3 kardeş de gelmiş. Birisi hiç konuşmuyor. Söylemişlerdi, abisine küskünmüş. Geçinemezlermiş. Daha ben anlatmadan işim var dedi, kalktı gitti. Ortancadan tık yok; orada ama değil. O da sessiz protestolarda.
Abinin beni dinlerken yüzü maske gibi; asık.. tepkisiz..
Mealen; İK olmaz size, güvendiğiniz eski bir adamınıza yaptırtın, olduğu kadar, sizin için güven hayati önemli, boşverin bilgiyi dedim. Önemli olan iletişiminiz. Siz nasılsa hep işlere dahil olacaksınız.. siz yönlendireceksiniz, o yerine getirecek.
Hiç hoşuna gitmedi. Cevap şu: Hayır kurumsallaşacağız, en iyisini bulup getirteceğiz, neyse gereği yapılacak.
Herkes yoluna oldu.
Geçenlerde duydum ki, başka gelip gidenler de olmuş. Şu anda İK’da uzman pozisyonunda bir çocuk varmış. Tek başına. İzinleri, özlük işlerini falan yapıyormuş. Bordroyu zaten muhasebe yapıyordu.
Anlattığım olayın üzerinden tam 5 yıl geçti.
Bunlar hep temenni edilen gelecekler. İnkarlar. Kaybedileceği belli kumarlar.
Kültürler, niyetlerden daha güçlü.