Karlı bir geceydi.
Doğanın ortasında yalnız bir ev. Komşumuz yok. İçinde insan yaşayan en yakın ev 1.100 metre uzakta. Civarda tek tük hiç oturulmamış yazlıklar var.
Etraf yarı ağaç, yarı çalılık. Köylülerin dilinde buranın adı ‘arazi’. Posta, kurye gelmez. Buraların sahibi çakallar. Hiç bilmezdim, onların olduğu yerde kurtlar olmazmış. Sesleri tuhaftır çakalların, ağlama gibi. Birbirleriyle uzaktan öyle haberleşirler. Bir o taraftan gelir, bir karşısından.
Birkaç gündür kar yağıyordu. Yol hiç görünmüyordu. Zorlasam kamyonetim geçerdi belki ama çıkmamayı tercih etmiştim. İki gündür evdeydim. Artık buzdolabında ne erzak varsa. Gündüz sobaya sürekli odun attım, ev sıcaktı.
Tek korkum elektrik gitmesin. Bizim elektrik, kendi çektirdiğimiz uyduruk telle gelir. O bir koptu mu o havada yaptırmak ölüm. Kepçe getirmek (o traktör gibi şeyin adı budur), adamı tele kadar kaldırmak lazım.
Fırtına durmuştu o gece, etrafta tam bir sessizlik. Kar, iyice sessizleştiriyor sanki her şeyi. Sadece çakalların sesi ve o zaman hayatta olan Kangi’nin havlaması. Yüzde yüz güvendiğiniz güçlü bir köpek, öyle bir ortamda insana kendini nasıl iyi hissettirir bilir misiniz?
İyice erken yatmıştım. Sobaya odun atmayı kestiğim için ev hızla soğuyordu. Büzüldüm yorganın altında. Uyumuşum.
Uykumun arasında bir ses. Bir süre bana öyle geliyor sandım. Uzaktan, tekrarlanan bir mekanik ses. Gözümü açtım. Saat 3.00 civarı. Bir şeye benzetmeye çalışıyorum sesi.
Âniden tanıdım; bu, elektrik motoruyla çalışan garaj kepenginin açılma sesi. Garaj açılıyor. Olamaz, yalnızım ve garajı araba koymak için kullanmıyoruz, çünkü kamyonetim yüksek geliyor. Orası odunluk.
İnsan böyle zamanlarda çok kısa düşünerek kararlar veriyor. Ne olacaksa olsun.. olsun, öyle düşünürüm diyoruz belki. Bir an önce sonunu görme isteği. Pijama gibi kullandığım bir eşofmanım vardı üzerimde. Hızla kalktım, çıkıp görmem lazım, ne oluyor? Sarı lastik çizmeleri geçirdim ayağıma, üstüme de o anda elime geçtiyse. El fenerini de aldım.
Dış kapıyı açtığımda müthiş bir manzara vardı. Çizmelerin neredeyse içine girecek kadar kar. Hiç rüzgar yok. Tam sessizlik. Garaj kepenginin sesi sadece. Kangi hemen geldi yanıma. Gayet sakin, dibimde bana bakıyor.
Bata çıka garajın önüne kadar gittim. Gördüğüm şu: Kepenk kendi kendine açılıyor, tam ortalara gelmişken yeniden kapanmaya başlıyor. Sonra yeniden açılıyor. Çok tuhaf bir görüntüydü. Bir süre ne yapacağımı bilemedim. Aklıma uzaktan kumandası geldi. Evde çekmecenin içinde. Ancak o yapabilir bunu.
Gittim alıp geldim. Basıyorum, hiç dinlemiyor, açılıp kapanmalar devam. Pilini çıkardım sonunda. Ve kepenk durdu.
Herhalde elektronik bir açıklaması vardır. Soğuktan, pilin zayıflığından, her neyse sapıttı işte.
Ertesi gün ilk işim evin etrafında yerde ayak izleri var mı diye bakmak olmuştu. Yoktu.
İki sahne kalmıştır hafızamda o geceden; yataktan kalkıp acele bir şeyler giyerkenki bilinçsiz kararlılığım ve çizmelerimle, karın içinde, el feneri ışığıyla, o inip kalkan garaj kepengine bakarken Kangi’nin yanı başımdaki sapasağlam duruşu.
Berna Sağlamer dedi ki:
Selamlar, etkilenmedim desem yalan olur. Korku filmi tadında bir anlatım. Ben olayın sadece mekanik bir takılmadan ziyade, başka boyutta algıladım açıkçası. sizi o saatte kaldıran şey, ne görmenizi ya da ne hissetmenizi istedi gecenin üçünde.. Hissettirdiği duyguyu o ana geri gidip tekrar düşünmek isterdim sanırım..
Sevgiler