Yıl 2004.
Meşhur holdinglerimizden birinin eğitim bölümünden bir demo yapmam istendi. Eğitim firmasını değil, istedikleri eğitmenleri seçeceklermiş. Mantıklı.
O gün bir gittim, karşımda üç kişi. Sanırım departmanın en gençleriydiler. Eğitimi tam gün yapacakmışız. Birkaç saat yeterli olmayabilirmiş. Hatta yanlış hatırlamıyorsam bir ara birisi çıkmıştı; kaldılar iki kişi. Pek hoş değildi, sıfır etkileşimli iki kişiye, mış gibi 5-6 saat bir şey anlatmak. Politbüro üyesi gibi dinliyorlardı. Herhalde onlara, bir şey söylemeyin, dinleyin gelin dendi. Sonra günlerce ses çıkmadı. Ben de sormadım. Varsaydım ki, bilmediğim kriterlerle seçimlerini başka yönde kullandılar.
Üstünden bir yıl geçti. Bu defa başka bir yere demo eğitim yapmayı ben önerdim. O günlerde tüm eğitim firmalarının gözünün üstünde olduğu popüler bir kurumdu. Akademi direktörlerine dedim ki, tüm grubunuzu toplayın. Daha önce yaşadığım o baş başa kalma sahnesini bir daha yaşamak istemiyorum. Birkaç kişinin meçhul algısına kurban gitmeyelim. Ne kadar çok katılımcı olursa, değerlendirmede sapma oranı o kadar zararsız olur.
Bir sınıf dolusu insan gelmişti. Sadece kendi Akademi’lerinin çalışanları.
Herhalde onlara denmiş ki demo bir eğitime gidiyorsunuz ama günlük işlerinizi de aksatmayın diye.
Başladık.
Halleri nasıl biliyor musunuz? Tam bir Dingo’nun ahırı. Kendi aralarında konuşanlar, girip çıkanlar, kapıdan içerideki birisini dışarı çağıranlar. Direktörleri de gelmişti, en önde oturuyor. Hiç ilgilenmiyor onlarla. Arkası, sanki teneffüsteyiz de sınıfın bir kısmı çıkmamış içeride oturuyor gibi.
Kısa kestim, bitirdim.
Şimdiki kafam olsa, ne güzel sessizce çıkıp gidilirdi oradan. Fark etmeyecekler ama. Otururken birbirlerine soracaklar, yahu eğitmen ne oldu diye.
Hâlâ o iki ortam aklıma geldikçe nefesimi tutarım.
Bir daha da böyle bir şey yapmadım.
Kriterleri, ölçenleri ve skalası çok iyi yapılandırılmadıkça, demo eğitimin etkisiz bir ölçme yöntemi olduğunu düşünüyorum.
Üstelik onur kırıcı.