Hard İK

Çalışanları kaybetme çıkmazı

Terim kafamda henüz yerleşmedi. ‘Customer retention’ın karşılığı müşteri tutmayı hadi anladık, buna da çalışanları tutma mı diyeceğiz bilemedim. Neyse, yine konuyu alışılmamış açıdan ele alacağım. Bu arada feci sıkıcı ‘hijyen faktörler’i falan söylemiş olduğumu farz edin. Ben sıradışı yöntemlerin peşindeyim.

Denenmiş ve genel olarak işleyen ilk yoldan başlayalım. İlk iş iyi bir reklam ajansı bulun. Başlayın kurumun imajı üzerinde çalışmaya. Aynı zamanda kurum kimliğini toptan ele alın. Mimarlar, PR’cılar, kurumsal iletişimciler, hepsini seferber edin. Görsel olan her şey yenilenmeli. Ofis mekanları, dekorasyon, eşyalar, logo. İnanır mısınız, dışarıdakiler kadar içeridekiler de etkileniyor. Kurumun ve liderin imajının tepe yaptığı zamanlarda istifaların en aza indiği bilinen bir şeydir. Gençlerin en çok çalışmak istedikleri yerlere bakın. Hepsi birer algı ve imaj yönetimi başarısı örneği değil mi? İnsanlar sanki hipnotize oluyor, gözlerinde helezonlarla imaja doğru gidiyorlar.

Çalışanları bağlamanın ikinci etkili yolunun, grup tartışmalarına olanak sağlamak olduğu ileri sürülür. Denir ki, “Tartışma, insanların başkalarına sorunlarla ilgili fikirlerini ve neler yapılması gerektiğini söylemelerine neden olur ve bu sözler gruptaki kişiler arasında bir tür anlaşma oluşturabilir. İnsanların kendi yaptıklarının farkında olmasını, istenmeyen davranışların karşılıklı kontrol edilmesini sağlar” (Çiğdem Kağıtçıbaşı, Günümüzde İnsan ve İnsanlar, 2010, sh. 346).

Bir başka, insanları birleştirme (ayrılmasını engelleme) tekniği olarak “Tarafların çıkarlarını kapsayan bir üst amaç yaratmak” kullanılır. Bugüne kadar gördüğüm bunu hayata geçirme örnekleri etik olarak tartışılabilir olsa da, ben şahidim işliyor. Mesela kimsenin işten çıkarılmaması için belirli bir ciroyu hep birlikte yakalama çabası. Ya da herkesi kapsayan bir prim sistemi. Ya da çok sevilen karizmatik bir lider. Ama unutmayın: Her toplulukta mutlaka toplulukçu ve bireyci yönelime sahip insanlar olur. Herkesin eşit derecede etkilenmesi insanın doğasına aykırı. Bir de ne yazık ki, bunu bir propaganda tekniği olarak siyasi iktidarlar da kullanıyor; Seçim kazanmak için komşu ülkeyle savaş çıkarmak gibi!

Son bir -zor- teknik: Kızgınlık ve küskünlük duyguları taşıyan bireylerin, bu duyguların zıttı ortamlar yaratarak kendi duygularından uzaklaşmalarını sağlamak. Mesela sıkı bir KSS projesiyle engellileri çalıştırmak. Ya da “Gezi yanlısı müthiş cesur bir tutum ortaya koymak”.

Fark ettiniz mi bütün yollar nasıl kitlelerin duygularından geçiyor? Onun için fazla mantıklı bütün planlar çıkmaza saplanıyor.

Hard İK

Alternatif bir kritik değerlendirilmesi

FİLMİN KARAKTERİSTİKLERİ

196 dakika.

Nuri Bilge Ceylan’ın pastoral görüntüleri.

İçten içe ilerleyen tempo.

Sahici bir hüzün.

Teatral, üzerinde çok çalışılmış replikler.

Masumiyet’teki o efsanevî monoloğunu birçok denemede aşmaya çalışan bir Haluk Bilginer.

Ustalığının tadını çıkararak oynayan bir Demet Akbağ.

Esas oyunculardan rol çalan bir Melisa Sözen (Nihal), Serhat Kılıç (imam) ve Nadir Sarıbacak (Levent).

FİLMİN ÜSLUBU

Anton Çehov’dan esinlenen (jenerikte yazdı) yabancılaşma duygusunun hâkimiyeti.

Diyaloglarda gömülü tıkanmalar, içinde kaybolunan anlamlar.

Genel geçer değerlere zekice dokunuşlar.

Arka planda zihinsel değişimin evrimi.

Paralel ilerleyen kişisel dramların rekabeti.

FİLMİN ANAHTAR SAHNELERİ

Yılkı atı imgeleri. Özellikle yakalanması.

Kardeşlerin gittikçe yükselen tartışması.

İmamın yeğenini el öpmeye getirmesi.

Aydın beyin karısıyla tartışmalarındaki tüm karşılıklı söylenenler ve o sözlerin arkasındaki duygular.

Aydın beyle Levent’in (öğretmen) sarhoşken tartışmaları.

Sonsöz: Kış Uykusu’nu görsel bir kitap tadında yaşayın. Seyretmekle yetinmeyin, dönüp düşünün. Her düşünmeniz filmin tadını artıracak ve size özgü hale getirecek.

Bence filmin misyonu da bu.

Hard İK

Eşzamanlı mezeler hazırlama projesi

Burada konu hangi meze değil. Nasıl en kolay ve en hızlı yapılacağı. Öylesine doğaçlama deneyim paylaşma işte. İsterseniz meze hazırlama süreci geliştirmesi diyebilirsiniz.

İşin en büyük püfü şurada: Ön hazırlık gerektiren ortak malzemeyi baştan hazırlayıp, sonra onlarla farklı bileşimler oluşturmak. Mezelerin içindeki en vahşi şeyler şunlar: Sarımsak, dövülmüş ceviz, ince kıyım maydanoz, taze nane ve dereotu, bir de mini küp domates. Tezgahta el altında bekleyecekler: Hardal, zeytinyağı şişesi, öğütmelik karabiber ve tüm baharat kavanozları. Bitmedi: Kullanmayı en sevdiğiniz bıçak (evet onu silahşörün hayatını kurtaran özel kılıcı gibi düşünün), kesme tahtanız (Allaşkına plastik olmasın, parçalarını yiyoruz), çeşitli tahta kaşıklar ve bir sürü değişik boy kase.

Hadi başlıyoruz. İlk gaddar mezemiz kereviz sapı kavurması. Az zeytinyağında çevirin, kavurmanın yarısından sonra sarımsak çentin (fiili uydurmuş olabilirim). Yoğurtlayın. Bir kenara. Yaklaşık 6-7 dakika.

Ocağın küçük gözünde 3-4 çiftlik levreği filetosu haşlayın. Hardal ve kıyılmış dereotu ekleyin. Az çatallayın (ufak parçalar halinde). Bitti. Max 10 dakika.

Öğütülmüş cevizlere ıslatılmış etimekleri ekleyin. Biber salçası, dövülmüş sarımsak, kimyon, karabiber, zeytinyağı, bol pul biber. Çatalla iyice karıştırın (sakın ha blender yok). Muhammara oldu. 10 dakika.

Cevizleri havanda biraz irice dövün, az dereotu, az sarımsak, yağlı yumuşak beyaz peynir. İyice ezin karıştırın. Girit mezesi hazır. 5-6 dakika.

Yeşil mercimeği haşlayın. İçine mini ekşi elma ya da ananas parçacıkları, mısır, köri, küp domatesler, ince kıyım naneler ve zeytinyağı. Ahan da uçuk bir meze daha.

Kıyma, etimek, maydanoz, bolca sarımsak, karabiber. Yuvarlak köfteler kızartın. Üzerine sonradan bol kekik. 15 dakika.

Peynir çeşitleri, marul ya da roka, paraya kıyarsanız somon füme ile sofrayı kalabalıklaştırın.

Toplam 40-50 dakika. Süper görüntü. Max maliyet 100 TL’nin içinde.

Nasıl?

Hard İK

Yetişkin eğitimi böyle yapılır

Atla deve bir bilgi değil, androgoji (yetişkin eğitimi bilimi) bilgisi bunlar. Lunapark tarzı eğitimlere tepkimden yazıyorum. Baştan diyeyim de..

1) Nasıl söyleyeyim, yetişkinler başkalarını çok umursar. Maslow’un piramidine kadar girmiş bu zaaf, açıklamam gereksiz. Eh eğitimler de rezil olmak için bire bir. O zaman ilk koşulumuz katılımcıların kontrol edebildiği bir ortam. Eğitmenin değil. Bu, düpedüz yapmacıksız samimiyet demek. Eğitmenle dostluk, eşitlik demek. Sohbet ortamı demek. Eğitmenin beden dili, ses tonu demek. Fakat asla eğitmenin stand up yeteneği değil. Kes-yapıştır espriler demek değil. Politikacı tarzı popülizm değil. Kısacası yapay olan hiçbir şey değil. Mesela bir eğitmen sabah eğitim öncesinde notebook’undan müzik çalıyordu; evet ama yetmez.

2) Yetişkinlerin başının dertleri vardır. Eğitime tam da o sebep yüzünden gelmişlerdir veya gönderilmişlerdir; ondan bahsetmezseniz ağzınızla kuş tutsanız boşuna. Hatta buradan yola çıkarak ben hep şunu derim: Yetişkin eğitimlerinin konusu her şey olabilir. Müfredat mantığı burada sökmez. Farzedin hasta doktora derdini anlatıyor, ona genel tıp bilgisi mi vereceksiniz?

3) Sebebine şimdi girmek istemiyorum ama yetişkinlerin soyut kavramları somuta indirgeme becerisi dumura uğramış vaziyette. İstediğiniz kadar iyi açıklayın, kendi ihtiyaçlarıyla ilişkilendiremezler. O zaman çare, onların yaşadıklarının üzerinden anlatmak. Ön araştırma bile şart değil, fırsat verin, sınıf ortamında onlar söyler. Ne anlatmak istiyorsanız, onların gerçek yaşadıklarının üzerinden anlatın. O zaman algılarlar, tartışırlar, farkında olmadan öğrenirler.

4) Ve pek de önemli olmayan sonsöz. Pilleri çok az, uzatmayın. Hepimiz yorgun ve yaralı insanlarız. Uzun dersler dinleyecek halimiz yok. Bir yetişkin eğitimi kemiksiz et olmalı. Gereksiz her şey ayıklanmış olmalı. Not: Bu arada benim sorunum da, eğitim yöneticilerine, eğitim süre biriminin gün değil saat olması gerektiğini anlatamıyorum. Neyse şimdi konu bu değil.

Eğitim değerlendirme formlarındaki şu fetiş sözcük var ya, ‘Hiç sıkılmadım, çok eğlenceliydi’ diye.. Demem odur ki, ona ulaşmanın yolu az düşünme isteyen oyunlardan değil, tam aksine daha çok düşündürmekten geçiyor. Yani yanlış yoldayız, zor yol daha makbul.

Hard İK

Derin toplantı püfleri

Kaderimizse zevk almak lazım demeyeceğim; Şu, tüm zamanların belalı konusunu iyileştirebilmek için görünmeyen sebeplerini iyi anlamamız gerekir.

En büyük sorunu söylüyorum: Çağrışımlarla konuşma konularını zaplamak. Zihinsel rafting. Bellekten çağırılan bir bilginin zihnimize gelme çabukluğundan bahsediyorum. Kavramın adını bilmeseniz de olurdu ama buna tutumun ulaşılabilirliği denir. En önemli sonucu, içinde bulunulan durumun algılanışını etkilemesidir. Bellekle bağlantı, tutumlarınızı otomatik olarak aktif hale getirir. Harekete geçirilince de o andaki davranışlarımızı etkiler. Yani toplantı sırasında, her ilerleyen an orada olanların zihninde uyuyan tutumları uyandırır ve çoğu kez denetim dışı bir konuşma kaosunu tetikler.

İkinci belamız: Kalıplaşmış tutumlar. Bu bir nevi bellekte sakladığımız dağınık bilgilerin özeti. Az bildiğimiz bir konuda kalıp tutumumuz bize kestirme fikir verir. O anda ne diyeceğimize böyle karar veririz. Gerçeği kendimize göre tanımlamış oluruz (hani şu her konuda fikri olanlar bunlardır işte). Gayet normal bir zihinsel işleyiş biçiminden bahsediyorum. Zihnimiz eksik bilgiyi tamamlayarak davranışlarımızı ayarlama ihtiyacını sağlar. Kimsenin hakkını yemeyelim, bunların çoğu kolay değişebilen sağduyulu tutumlardır. Yeter ki değişmelerini sağlayacak o yeni bilgi bize servis edilsin, ya da bir zahmet biz dışa kapanmayıp onu arayıp bulalım.

Bunlardan çıkan vahim sonuç: Toplantılardaki o aşamadığımız dağılmalar aslında zihnimizin normal çalışma biçimi yüzünden. Kafalar gidiyor!

Toplantılardaki düşünce raftingine engel olmanın iki tane ilacı var.

1) Farkındalık. Anlamı şu: Bir davranışımızla ilgili tutumumuza odaklanmak. Bellekten otomatik çağırmadan, kendi seçtiğimiz tutumun davranışımıza öncülük etmesine bilerek izin vermek.

2) Zorlandığımız davranışa gerekçe bulma ihtiyacı. Yani tutumun davranışa yol açması değil, davranışın kendi tutumunu yaratması. Bir davranışa sübjektif bir gerekçe bulmamız. Yani gönüllü olarak kendi tutumumuzu değiştirmemiz. Mesela toplantı gündemiyle gelme ve konu dışı konuşmamaya zorlandıkça, gittikçe bununla ilgili tutum değişikliği de başlayabilir.

Kahrolsun bitmeyen, lagaluga dolu, doğru dürüst bir sonuca bağlanmayan toplantılar.