Hard İK

Yeni nesil kariyer yolları

Amacım, zihin açmak. Karıştırmak değil. Bir de, şablonlarım yok; hiç sevmem ama bu konuda fluluğa mecburum. Onun için düşünme yolları önereceğim, kalanı sizde.

İlk söyleyeceğim şey, GIG ekonomisi mutlaka bize de uğrayacak. Yani bir çeşit spotçu olacaksınız. O her ne ise, niş konunuzla, bir orada bir burada. Yarı onlardan biri gibi ama değil. İş olmayınca kimseye yük olmak yok, boşluklarınız olabilir. Seyyar uzmanlık bu. Herkes, her yerde. Bunu o kadar doğal uygulayan işyerleri var ki, bildiğim bir yerde, sık sık çalıştıkları yazılımcı bir SAP uzmanı çocuğu yıl sonundaki şirket etkinliğine davet etmişlerdi, adını bilmeyen yoktu şirketin içinde. Aileden biri olmuştu.

Bunun için, bir şeyde iyi olmak şart. Yo, öyle alengirli, şu anda var olmayan işlerden bahsetmiyorum, bilinen bir işin iyisi. Gördüğüm örneklerden sayayım (onlar ne diyor bilmiyorum ama işlerinin adını ben koydum): Event’çi, mülakatçı, kodçu, pazarlama kampanyacısı, survey’ci, firewall’cu, etik hacker, web’çi, iş analizcisi (verimlilik amaçlı), iş geliştirmeci (raporlamasını yapıp gidiyordu), kurum içi eğitmen yetiştiricisi, asistan, Word’çü (bir projenin tüm sonuçlarını içeren kitapçıklar hazırlıyordu), iç denetçi.. Yeter mi? Hayal gücünüzü çalıştırırsanız, geleceğe ait yeni işler de bulursunuz.

İkinci söyleyeceğim; üniversite diploması çoğu kez yetmez. Bazen çift diploma olsa iyi olur. Yüksek lisans/MBA neredeyse lisansın bir uzantısı. Ama en önemlisi niş bilgiler. Hani şu online sertifika alınan eğitimler. Bir sürü. Ucu açık bir şekilde, sürekli. İşte bu sizi farklı kılar. O kadar güncel olacaksınız ki, rutin işlerden ayrışacaksınız. Kurumlar için, içeriden yetiştirmek için uğraşmaktansa, dışarıdan hemen işini halletmek daha doğru olacak.

Üçüncü söyleyeceğim; bilgi yetmez, beceriler de lazım. Tanımını hatırlatayım: ‘yaparak kazanılan ustalık’. Yani o işi kuramsal bilmek yetmez, yapmasını da bilmek lazım. Burası, kişiye özgü. Beceriler, neredeyse eğitimden bile önemli. Düz emek satmıyorsunuz, insanlar o beceriye ihtiyaç duyuyor, onu satın alıyor.

Dört. Zaten çalıştığınız bir işiniz olabilir. Bütün bu dediklerimi unutun. Her işyeri ayrı bir Dünya. Her yere uyacak önerim yok. Ama bazıları çıkmaz yol, gün gelir orada yol biter, bu sizin günahınız değil, artık o zaman düşünürsünüz çözümünü. Tek söyleyebileceğim, aynı çatının altında bile ömür boyu bir sürü iş değiştirme ihtimali var. Mevcut işiniz bitecek. En azından artık öyle yapılmayacak. Herhalde bunu fark edip zamanında değişimi yakalarsınız.

Son söz.

Size; mobilite, değişkenlik, belirsizlik vadediyorum. Bildiğim tek ilaç bu semptomlara bağışıklık, ona da ‘resilience’ diyorlar.



Hard İK

Dijitalleştirme/devam yazısı

Ağzı yanmışlardan geri bildirim geldi, hayat kolay değil, dijitale geçiş aşaması üzebilir diye.

Demiştim ki, her şey iş akışlarını çıkarmakla başlar. Pastaban gibi. Onun üzerine, dijitalin omuru olacak yeni süreç geliştirilir, değiştirilir. Bunu da en iyi, işi yapanlar bilir, onlarla birlikte süreçleri çıkarmak lazım.

En çok itiraz edilen nokta bu oldu.

Diyorlar ki, yapmazlar.. içeriden insanlara yaptıramazsınız. Bir defa koltukçular direnir. İşinin ortadan kalkacağından korktuğu için yokuşa sürer. Günlük işin aksamaması çalışanların önceliğidir, onun için ilgilenmezler. Ya da angarya olarak görür, ek iş yükü sayar, destek olmaz, pasif kalırlar.

Emrivaki ile de yaptıramazsınız. Onu da bünye reddeder. Ön hazırlıksız tepeden inme bir dış destekçiyi sabote ederler. Tam anlamadıkları bir şeye karşı kendilerini savunurlar.

Ben bu derde karşı tek ilaç bilmiyorum. Yuvarlak laflar da etmek istemiyorum. Tek bildiğim, daha en baştayken bu konuyla uğraşmak lazım. İçeride kimler seçilecek ve onlar nasıl kazanılacak? Proje liderliğini kim yapacak? Doğru kişi o mu? Her şey durumsal. Her kurumda başka yolla. Ekip sağlam değilse, iş zor gerçekten.

İkinci itiraz konusu, yazılımın her defasında baştan yazılması şart mı?

Bir tez, evet diyor. Kurumların iş yapışları ve ihtiyaçları o kadar farklıdır ki, başka türlü olmaz.

Başka bir tez de, o pahalı ve uzun yoldur diyor. Duymadınız mı, Web tabanlı, her ihtiyaca uyumlanabilen, kurumsal süreç yönetimi hazır platformları var diyor. Yeniden kod yazmaya gerek yok. İstediğiniz gibi üzerinde çalışır, biçimlendirir, işletirsiniz diyor.

Engeller bunlar.

Kolay iş yok. Zorlukların nerede çıkacağının farkında olmak da yüzde 50 hazırlık sayılmaz mı?

Gene de zahmete değer. Yürüyün.

***

Not: İki kişiden destek aldım bu yazıda. Biri Artemiz Güler (Agilis Teknoloji Çözümleri Ülke Müdürü), diğeri Gürkan Platin (Next4biz CMO’su ve yönetim kurulu üyesi).

Hard İK

Dijitalleştirme

Son sözümü baştan söyleyeyim: Dijitalleştirme, işinizi, eski haliyle, ekrana bakarak yapmak değildir, bambaşka türlü yapmaktır. Yani ‘işi yeniden tasarlamak’ demektir.

Sıkmayayım sizi, yemek tarifi gibi yazayım olur mu?

  • Bu aslında bir projedir; önce doğru kişileri toplamak lazım. Vazgeçilmezler: O işi bizzat yapanlar (yöneticileri demedim, kendileri), bir süreç çizimcisi (Visio gibi bir paket programı kullanmayı bilse hoş olur ama elle çizerek de yapılabilir), bir de mümkünse onları koordine edecek, yönlendirecek bir ekip lideri. Başlangıçta yazılımcının vaktini almaya gerek yok, henüz ona sıra gelmemiştir.
  • İşin mevcut yapılışının akışını çıkartmak, patronla çıkarılan dikiş kalıbı gibidir. Ya da üzerine ne koyacaksanız, önce pastabanı hazırlamaktır. En basit ve anlaşılır biçimde. Mesela bakın şuna, şeker kamışından ham şeker üretiminin akışı bundan ibaret işte.
  • Şimdi en önemli iki aşamadan birine geldiniz: Süreci geliştirme.. değiştirme.. kısa yollar arama.. gereksiz yerleri ayıklama.. hızlandırma.. hataları önleme.. müşteri istek/şikayetlerini hesaba katma.. İşi eskiden beri yapanlar genellikle kördür. Bildiğini savunur. Vazgeçmek istemez. Diğerlerine (grup lideri ve çizimci) burada çok iş düşer; doksandan sorular, yaratıcı bakış, hatta biraz zorlama.
  • Öteki büyük an: Süreci, topoğrafya (bir kara parçasının engebe ve özelliklerini kağıdın üzerinde gösterme) gibi kabul edin. Bütün önemli yerleri belirlemeniz gerekir; kaza (hata) ihtimali olan yerler, işi yapandan beklenen davranışların olduğu yerler, hukuki veya mali yükümlülük yaratan yerler, müşteri memnuniyetiyle çok ilişkili yerler.. Bu, hayatı kağıda aktarmak gibidir. Bunun için genellikle simgelere ihtiyaç duyulur. O simgelere istediğiniz isimleri uydurmak serbest. Mesela bakın genel kabul görmüş bazı simgeler ve isimlerine örnekler:

Bunlar da, benim bir projemde uydurduklarımız:

  • İşinizin topoğrafyası hazırsa şimdi yazılım mimarisi vaktidir. Şimdi yazılımcıları çağırabilirsiniz. Önlerine yeni tasarım eserinizi koyarsınız, hadi dersiniz şimdi sen düşün: Bunun kodlarını yazmak için nasıl parçalara bölelim (modüllere ayırma)? Süreci yazılıma nasıl yansıtalım (ekranlar ve alt menüler oluşturma)? Simgeleri nasıl komut özelliklerine dönüştürelim (yetkilendirme, pencereler, süreli iş/işlem doğrulama/ hatırlatma ikazları)?

En son düşünülecek şey makyaj: Arayüz tasarımı. Albeni.

İşte böyle, dijitalleşme demek baştan çuvalla iş yükü demektir ama bu zahmete değer. Bir yaşamdan, başka bir yaşama geçersiniz.

En güzel örneklerinden biri e-Devlet’tir. Hayatımızı değiştirmedi mi?

Hard İK

İnançsızlıklarım

Incertitude demek istiyorum.

Unbelief değil, disbelief. Sözlüğüm, ‘positive unblief’ demiş.

Doğruyu arayış. Mevcut halini ret.

Anlattıklarım, iş hayatına özgü kabul etmeyişlerim.

En başta konuşarak değiştirme geliyor. Bunun bendeki kavram karşılığı ‘tutum değiştirme’. Birinin tutumu, onunla konuşarak değiştirilebilir mi? Tutum dedikleri, belli konularda yarı sabitlediğimiz düşüncelerdir. Düşünceler kendiliğinden doğmaz, arkasında, geçmişte yaşananların kayıtları bulunur. Onun için her tutumun izi farklıdır; kayıt izinin derinliğine göre tutum katılaşır. Düz düşünün.. bir izi en etkili ne silebilir? Yeni bir iz. Ama en az onun gücünde. Yani konuşma, mevcut ize üfürme gibi gelir. Nasıl bir konuşmanın etkili olabileceğini ancak o kişinin kayıtlarını çözerek ve ona özel yollar bularak bulursunuz. Düz konuşma olmaz. O konuşma onu delip geçmeli.

Bir reddettiğim şey de performans ölçme. Bu konu artık sıkıcı bir mizansen (resmen sahneleme dedim). Çünkü yüzeysel. İnsanı tanımadan masa başında uydurulmuş yöntemler. Ya da demode; erken zamanlarda, belki de tamamen ticari kaygılarla uydurulmuş yöntemler. O anlayış, bugünün algısına üç numara küçük. Tamam, yeri boş kalamaz, ama çok daha zekice ve sahici olmak zorunda. Bence o işi de akıllı algoritmalar çözecek, hiç uğraşmayın.

Bir reddim da kurumsal eğitimlerin yapılış biçimi. Vallahi olmaz öyle artık insanları sabahtan akşama sınıfa tıkarak. Oyunlarla, eğlenceyle kandıramazsınız; onun da bir sonu var. Çözüm androgojide. Yetişkin eğitimi. Hiç öyle futurist bir şeyden bahsetmiyorum, 40 yıllık bilim alanı. Bütün yapacağımız oradaki ilkeleri modernist anlayışla hayata geçirmek.

Görev tanımları.. İK’cıların baş fetişi. O da küflü. Bir yere varılmaz onlarla. Çözüm; gerçek zamanlı, parametrelerle çalışan iş analizleri. Dijitalleştirilmiş. Hatta belki bugün yazılımlarla otomatik yapılıyordur bir yerlerde.

İşe almalardaki o felaket anekdotlar bu yazının konusuna girmiyor çünkü onlar kullanıcı hatası. Çok gelişmiş seçme yöntemleri var; yapan yapıyor. Ne yazık ki insanlar yanlış mülakatçılarla karşılaşmaya devam edecek.

İK’nın durağanlığından bıktım.

Sürüden bir koyun ayrıldı, gidiyor.

Hard İK

Bir danışmanın kendine kılavuzu

Birikimim. Hepsi yaşanarak süzülmüş meslek incelikleri. Biraz öznel, biraz tepkisel, biraz durumsal. İçinden, gelecek için genellenebilecek ipuçları çıkar.

İlk iş, kurumu araştırmak. Tamamen informel. Ne bulabilirseniz. Ulaşabildiğiniz bilebilecek herkese sormak dahil. Anekdotlarıyla, efsaneleriyle, itibarıyla. Çünkü karşılıklı birbirinizde izler bırakacaksınız. Yol kazaları her zaman olabilir, maksat mümkünse o kazayı baştan öngörebilmek. Durum -size göre- sakatsa hiç girmemek daha iyi. Benim çok olmuştur, işi nazikçe yokuşa sürdüğüm.

Bir yönetim/İK danışmanını, en baştan, şu iki konu çok ilgilendirir (kendisinden istenmemiş olsa bile): Süreçler ve kültürler. Bir nevi ana işletim sistemini anlamaya çalışmaktır. Bunu öğrenmenin standart bir yolu yok; yalnızsınız ve mecbursunuz. Ben antenlerimi kullanırım ama onun için de görmem, duymam lazım. Hani danışman klasiğidir, ön görüşmeler yapmamız lazım derler. Ondan değil bu. Doğal olmalı. Kasmadan. Sizinle biraz vakit geçireyim derim. Yemekte, sigaracıların orada (ki duman çekme pahasına çok önemli kaynaktır), olağan toplantılarında. Ama şu değil: Üst yöneticilerinin diskurları bana bir şey vermiyor. Onlarınki iyiniyetli temennileridir, hayalleridir. Dinlemek zorundaysam dinlerim ama hayat o odanın dışında. Bazen sadece süreci iyileştirme derdi çözer. Bazen kurum kültüründeki tıkacı görürsünüz, daha ilerlemeden anlatırsınız, anlaşılırsa ne âlâ, kabul edilmezse gene ne âlâ!

Diğer bir kilit konu: Niye danışmanlık isteniyor? Gizli gündemler olabilir. Bir genel müdürün ya da bölüme yeni atanmış direktörün ‘track record’una (performans öyküsü mü demeliyim?) katkıda bulunmak için oradaysanız, bu kullanılmaktır. Tamam, zararı yok ama, ortada herkesin duyduğu bir ihtiyaç da yok demektir. Çözüm: O zaman projeyi buna göre tasarlamak. Daha görsel, daha pragmatik, daha basit, daha hızlı. Ne bileyim, daha amaca uygun.

Başka başlık: Kim yapacak? Az da olsa anahtar teslimi isteyenler oluyor. Diyorlar ki, narkozdan bir uyanayım, her şey olup bitmiş olsun. Hayır, olmaz öyle. Çoğu durumda danışman aslında bir iç proje yöneticisidir. Birlikte olur bu iş. Hatta danışman bir nevi geçici yöneticidir; onun know-how’lı katkısıyla aslında kurum yapar.

Sonsöz: Projeleri, danışmanın anılarıdır. Onun için hayatının bir parçası kadar özen gerektirir.