Hard İK

Deloitte İnsan Kaynakları Trendleri 2014 raporunun değerlendirilmesi

Önce değerlendirmemin niteliğini tanımlayayım: Kapsama; biçim, üslup, içerik ve kişisel yorumlarım dahil olacak.

Deloitte İnsan Kaynakları Trendleri 2014 raporu; 94 ülke, 2532 iş birimi/İK lideri katılımıyla, 12 İK trendini değerlendirerek oluşturulmuş. Demek ki, 12 boyutlu, ‘forced choice’ bir tutum envanteri ile karşı karşıyayız. Bunun bendeki karşılığı şu: Tasarım aşamasında seçilen ifadeler yarı yarıya sonucu etkilemiştir. Ayrıca 94 ülke, alan tanımına izin vermeyecek kadar geniş bir kapsam, gerçekten ‘global’ eğilimler olduğunu kabul edebiliriz.

Yönetici özeti bölümü tam bir ‘euphemism’ (sözü yumuşatarak dolandırma) sanatı örneği. Hiçbir şey anlamazsınız, es geçmenizi tavsiye ederim.

Sözel açıklamalardaki girizgâhlar aynı şekilde bir şey söylemeyen dolgu sözlerden oluşuyor. Ancak ‘nereden başlanabilir’ bölümlerinin içinde çok değerli öneriler var. Resmen ayıklamanız gerekiyor. Grafikler bölümü ise, konuyu anladıktan sonra bakabileceğiniz bir özet niteliğinde.

Trendlerin seçilme gerekçesi güzel açıklanmış: Zor bulunan yeteneklerin Dünya üzerinde eşit dağılmamış olması, baby boomer’ların emekliliğe direnç göstermesi nedeniyle ortaya çıkan kuşak çeşitliliği ve aşırı bilgi/teknoloji altında bunalmış çalışanlar.

Liderlik başlığı altında ‘malumu ilam’ bulgular var: Tüm seviyelerde liderlik yetkinlikleri, kurumsal öğrenmenin harekete geçirilmesi, etkili ve ilham verici olması, takımlarla yönetme gibi. İlginç olan liderliğin 1 no’lu önceliği alması ve yönetim kurulu seviyesinde ele alınması gerektiğinin vurgulanması.

Yeteneklerin kuruma çekilmesi ve elde tutulması konusunda pratik öneriler var: İK’nın işe alımda pazarlama birimi gibi davranması gibi (buyurun işveren markasına). Sosyal medyaya hâkimiyeti söylemeye gerek yok. Şunlar da ilginç: işe alma yöntemlerinde yenilik yapın, kimin nerede çalışabileceği konusunda yaratıcı düşünün ve işe alımı küresel yapın.

İK dönüşümü bölümüne İK’nın yerden yere vurulması bölümü de diyebiliriz (not: çok iyi olmuş az bile). Sadece şu bile çarpıcı: Tüm araştırmada İK’ya güven sadece %8 ve önem önceliğinde ilk üçün içinde. Sonuçta İK için denilen şu: Yetkinlikleri yetersiz, gereksiz kalabalık (raporun terimiyle hafifletilmeli, silolar ortadan kalkmalı?), fonksiyonun ölçüm kriterleri yok, arkadan geliyor (proaktif değil, sadece bilgi raporlayan bir birim), fazlasıyla homojen, kurumun geri kalanından izole. Önerilenler de güzel: Veri bazlı ve gerçek zamanlı tepki göstermeli, İK yetkinlikleri yenilenmeli, İK ekipleri çeşitlenmeli, kurum içi iş ortaklarına/danışmanlara dönüşmeli.

Kurumsal gelişim bölümü de radikal önerilerde bulunuyor (araştırmaya katılanların %6’sı eğitimleri yeterli bulmuş ve dörtte üçü konuyu önemli olarak nitelemiş). Yeni nesil sınıflarda öğrenme odaklı modellerden bahsediliyor ki bence bu bugünkü oyun/eğlence odaklı kıytırık eğitimler demek değil. Öneriler -gene soyut olmakla beraber- müthiş: Eğitim kültürünü gözden geçirin, içerik tasarımcıları kullanın ve eğitimi yalınlaştırın. Duydunuz?!

Performans yönetimi içimin yağlarını eriten bölüm. Yıllardır bunu söylediğim için bana ‘Quasimodo’ muamelesi yapıldı. Özetle kesin artık o saçma değerlendirmeyi deniyor. Araştırmada, performansın çalışan bağlılığına zarar verdiğini ve zaman kaybı olduğunu düşünenlerin oranı %58 (artı ben). Yerine konması önerilen şey gerçek zamanlı geri bildirimler ve koçluk.

Elde tutma konusu 2 no’lu öncelik olmuş ama öneriler maalesef çok muğlak: Stratejiler yetmez kurum kültürlerini devreye sokun, tüm sisteminizi gözden geçirin (politikalar, prosedürler demek istiyor) ve yönetişim sistemini uygulayın (burada anlatamam, çok geniş).

Aşırı bilgiden bunalanlar için kurumun yapabilecekleri: Dinleyin, esnek çalışmaya geçin, toplantı verimliliğini sağlayın, karar yetkisi verin. Ne yazık ki gene malumu ilam.

Sonuç olarak 3 tane etiket vereyim siz bir daha düşünün: İK’nın dönüşümü, performanstan kurtulma, yeni nesil eğitimler.

Hard İK

Oryantasyon sil baştan

Kusura bakmayın önce ders. Bu ön bilgiyi paylaşmadan derdimi anlatamam.

Şu kadarını baştan söyleyeyim: Kurumlardaki oryantasyon çok yanlış yollardan gidiyor. Etkisiz. Sil baştan düşünülmesi lazım, onu yapacağız şimdi.

Oryantasyon kelimesini kullanmaya devam edeceğim çünkü ne ‘yönlendirme’, ne ‘uyumlandırma’ oturmadı. Bilimsel makale yazmıyoruz, anlaşılır olmak istiyorum.

Oryantasyonun, öğrenme kuramları ile çok yakın bağıntısı var.

Davranışçı öğrenme kuramı basittir. Dışarıdan uyaranlara karşı geliştirdiğimiz tepkilere öğrenme der. Her çeşit koşullanma gibi. Mesela genellemeler de böyledir; Bir defa bir şey öğrendiyseniz her şeye kopyalayıp yapıştırırız.

Asıl kayda değer olan bilişsel kuram. Yalnız fırsatı gelmişken şu meşhur ‘biliş’in kökenini anlatmazsam çatlarım. Efendim biliş, yani ‘cognition’ Latince bir birleşik kelimedir. Com: birlikte, gnoscere: bilmek (g’yi atın bildiğiniz notice işte). Yani bir konuda bilgili ve bilinçli duruma gelmek. Eskilerin ‘vukuf’ dediği şey

İşte bu bilişsel kuram der ki; öğrenme, içsel bir kodlama, bilgi depolama ve isteyerek veya otomatik geri çağırmadır. Bellekte organize bir saklamadır. Unutma ise, bilgilerin karışması, kaybolması veya yeterli ipucu olmamasından ötürü geri çağrılamamasıdır

Şimdi oryantasyona gelebiliriz. Oryantasyon süresince verilen bilgiler öğrenme kuramlarına uymak zorundadır. İşe başlanan gün, PowerPoint’le yapılan bir saatlık çorba bu kuramların neresine uyuyor?

Gayet anlaşılır ve yukarıdaki bilgiyle tutarlı olarak söylüyorum: Ya şartlandıracak kadar yeterli miktarda ve az az tekrarlayacaksınız, ya da bu bilgiyi içsel kodlayacak biçimde düşünmeye zorlayacaksınız. İkincisi ancak yaşama yayılmış biçimde olabilir; mesela bir mentor günler boyunca, yeri geldikçe gayet etkili biçimde yapabilir.

Sonsöz: Fayda-maliyet analizi der ki, oryantasyon aşamasındaki özeninizin ve emeklerinizin karşılığı ‘İşveren Markası’ sonuçları olarak geri döner.

Hard İK

Mülakat süreci ( A La Ahmet)

Yöntemin adı önemli değil. Amaca ne kadar hizmet ettiği önemli. Adım adım tarifini veriyorum:

1- Önce cv okur-yazarlığınızı çok ilerletmeniz lazım. Hatta kendinize test uygulayın: 40 saniyede cv’de sormaya değer nokta bulma. O boşlukta ne yapmış? Niye sonraki firma öncekinden küçük ve prestijsiz? O unvan niye öyle muğlak? Hiç olmadı, o hobi nereden çıktı, ne düzeyde? Bu cv’ye göre zayıf olması gereken İngilizce nasıl orta? O işe girmenin öyküsü ne? Öyle nokta atış sorular olmalı ki, cv’nin tamamlayıcısı olmalı. Ve en önemlisi, bir daha cv’yi tekrar ettirmeyin. Asla yapmayın bunu. Acayip acayip sorulara da gerek yok; karşılıklı mülakat performansı arayışında değiliz. Beden dili okumaya da çalışmayın, kafalar o şablonlarla dolu, pek bir yere varamazsınız. Mülakatta cv’ye hiç değinmeyebilirsiniz bile, sadece eksik parçaları tamamlayacaksınız.

2- Bilmesi şart olan bir bilgi var mı? Bunun eğitimle bir ilgisi yok, çok spesifik bir bilgi parçasından bahsediyorum. Mesela raporlamada çalışacak birisinin Excel’de makro ve formül yazmayı bilmesi lazım. İK/özlükte çalışacak olanın SGK ve İş mevzuatını bilmesi lazım. Mülakatta resmen dümdüz mesleki sorular sormalısınız.

3- Çoğu kez şart değil ama bazı işlerde belli becerilerin aranması gerekebilir. Hemen tanımını yapalım. Beceri, zihinsel veya 5 duyusal olarak yapa yapa kazanılan yatkınlık/ustalıktır. Sunum becerisi, geçici hafıza becerisi, hızlı ve hatasız metin yazma becerisi gibi. Açıkçası bir İK’cı alıyorsam yüz ve isim hatırlama becerisine bakarım (belki sırf bundan elenmez ama büyük bir artı olur). Sekreter alıyorsam bir metin yazdırırım. Call center’cı alıyorsam telefonda sesini ve telaffuzunu duymak isterim.

4- Geldik en önemlisine: Tutumlar. Kurum kültürünün karakteristiklerini biliyor olmanız şart. Kıdem bir değer mi? Yıldızlar mı önemli, karınca gibi çalışan grup aidiyeti olan sessiz tipler mi? (yönetici lagalugasını saymam, gerçekten hangisi?) İlişkiler vahşi ve yıpratıcı mı, yoksa bürokratik bir ortam mı var? İşte mülakatçının ustalığı, adayda bunlara uyumlu tutumların varlığını çıkarsayacak cin sorular sormak. Bu, en yaratıcılığa açık bölüm. Mülakatın sanata dönüştüğü yer burası. Geçmişte sesini çıkarmadan katılan çırak mülakatçılarıma hep demişimdir, kendinizi en çok geliştireceğiniz alan ‘tutum eşleştirmesi’dir, buna kafayı kırın diye.

5- Vee son bölüm: Adayın itici gücü ne? (Saik diye bir karşılığı vardır, anlayamazsınız). Her bulgunuz mübahtır. Sırf parası için. Kurumun imajı için. Askerliğe kadar boş oturmamak için. Başka bir işe altlık olsun diye. Sadece geçim derdine. Evleninceye kadar çalışmak için. Bunu keşfetmeden adayı bırakırsanız işiniz yarım kalmış demektir. Ne yapıp edip bu bilgi bulunup çıkarılacak. Adayın seçiminde ‘majör’ rolü vardır. Yanlış anlaşılmasın, amaç elemek değil bile bile almak. Yukarıda saydıklarımın her biri makbul birer itici güçtür. Yeter ki bilin.

Söylemeye gerek kalmasaydı keşke ama kıl tüy birkaç operasyonel işi de Allah aşkına ihmal etmeyin. Mülakata alırken bekletmeyin. Sonrasında mutlaka sonuçtan bilgi verin. Davet ederken ve mülakatta işle ilgili bilgilendirin falan filan.

Sonsöz: Skype olayını çok geliştirin. Kişilik testlerinden vazgeçin, onun yerine spesifik amaçlı tutum envanterleri koyun. Panel mülakat yapmayın. Yöneticilere mülakat tekniği eğitimi aldırın. Stres yaratma gibi atraksiyonlar yapmayın. Mülakat ortamının fiziksel şartlarını bilin.

Çok önemli ve keyifli bir iş yapıyorsunuz. Hakkını verin hadi.

Hard İK

Organizasyon şeması 101

Kural 1- Organizasyon şemaları bir sonuç belgesidir. İşin yapılışı iyice oturduktan sonra yapılır. Şema yapılıp, insanlara ‘bu işin sorumluluğu sizde, nasıl yapılacağını siz tasarlayın’ denmez.

Kural 2- Önemli olan ‘kim’ değil, ‘nasıl’dır. Önce süreçler, sonra şema.

En son söyleyeceğimi başta söyledim, oh.

Şimdi serbest takılabiliriz.

Varsayın, grup olarak çadırlı trekking’e çıktınız. Trekking’in bir sürü püf noktası vardır; En önden gidenin görevleri başkadır, en arkadan gelenin başka. Çadırlar toplanırken çöp toplama ve ilk uygun bırakılacak yere kadar taşıma görevleri vardır. Ateşin yakılması ve doğru söndürülmesini kontrol etme görevi vardır. Bu görevler o kadar birbirine bağlıdır ki, bazıları ardışık, bazıları eşzamanlı yapılmak zorundadır. Bunları bilen birisi kolaylıkla hem görevlerin akışını söyleyebilir, hem de yap derseniz o görevlere isimler uydurup onları bir şemaya oturtabilir. Böylece ortaya ilk trekking grubu organizasyon şeması çıkar.

Şimdi bir şema hazırlama tarifi verelim mi?

• Önce akış belirlenir.

• Sonra akış uygun yerlerinden kesilir (bir iş nerede bitiyor, öteki nerede başlıyor).

• Sonra o akış parçaları görev olarak birilerine verilir (geçişme alanlarını da birisinin üstlenmesi lazım, oraya dikkat).

• O görevler, sorumluluk ve yetkilerine göre sıralanır.

• Sıralamayı dikey ve yatay görselleştirirseniz, o da organizasyon şeması olur.

Üzüm salkımı gibi olmak zorunda değildir. Elips ya da çizgisel olabilir (flat/yatay).

Ve en önemlisi şemalar gerektikçe değişir. Zaten değişmesi için yapılmıştır. Süreç geliştikçe (iyileştirmeler yapıldıkça) şemalar da onu takip eder.

Böyle işte.

Hard İK

Alternatif bir mobbing yazısı

Malûmu ilam etmeyeceğim. Milyonlarca mobbing yazısına kardeş gelmeyecek. Bilinen kısmın süper özetini verelim geçelim: Mobbing hibrit bir kavramdır ama hukukî yanı ağır basar. Mevzuatı yoktur, feci dağınıktır ve çoğu hükümden ittirmece yorumla çıkarılır. Tanımı üzerinde yarı anlaşma sağlanmıştır denebilir. Bugüne kadarki mahkeme uygulamaları (yargı kararları) gayet cesaretli ve yol göstericidir. Türkçe karşılığı oturmamıştır (bezdiri saçmalığından bahsediyorum); belki psikolojik taciz olabilir. Bu kadar.

Buyurun, genel kabul görmüş tanımı şöyle. Sonra bunu unsurlarına ayırarak açacağız.

“İşyerinde, belirli bir süre ve sistematik biçimde devam eden, yıldırma yoluyla işten uzaklaştırmayı amaçlayan, kasıtlı tutum ve davranışlardır.”

Bir defa işyerinde olması şart. İşyerinin dışındakilerine mobbing denmez.

Süreklilik kazanmış bir sıklıkla tekrarlanıyor olması gerekir (açık veya gizli sistemlilik).

Sonuçları önceden öngörülmüş bir plan/kasıt olması gerekir.

Yıldırma ve işten uzaklaştırma (sokak diliyle istifaya zorlama) amacı olması gerekir.

Mağdurun kişiliğinde, mesleki durumunda ve sağlığında bir zarar ortaya çıkarması gerekir.

Demek ki neymiş, aklımıza esen, canımızı sıkan her şey mobbing değilmiş. Hatta hukukçu bakışıyla söyleyeyim. Mobbing olmayan diğer olumsuz davranışlar diye kocaman bir başlık açabilirsiniz. Bunların her birinin farklı hukuki nitelikleri ve adları vardır (hakaret, fiziksel ve cinsel taciz vs).

Ve şimdi gelelim bıçak sırtı gerçek vakalara. Bunlar mobbing midir değil midir siz tartışadurun, şu anda hâlâ yaşanmaya devam ediyor.

  • Bir yöneticiye, bu yükün altından kalkamayacağını bile bile ve anlamadığı alanlar da dahil olmak üzere bir sürü departmanın bağlanması.
  • Bir çalışana durmadan bir şeylerin araştırmasını yaptırtıp, sonra da bunların hiç kullanılmaması.
  • Bir üst yöneticinin hiç yetki kullanmayıp tüm çözülmesi gereken konuları astına aktarması. Bir sorun çıktığında da hesap sorması.
  • Bir yöneticinin dinleme tahammülünün olmaması. Ayrıntılardan kaçtığı ve sorunlardan sıkıldığı için hep çok kısa anlatmak gerekmesi, dolayısıyla konulara hâkim olmadığı için yanlış yönlendirmelerde bulunması.
  • Her zaman bir muhatabı olmasa da öfke nöbetleri. Sınırsızca ortaya bağırmalar.
  • Hiçbir şeyi beğenmeme. Anormal bir mükemmellik arayışı. Nevrotik düzeyde  ayrıntıcılık.
  • Hiç konuşturmama. Sürekli kendisinin konuşması.

Bunlar o kadar yaygın şeyler ki, belki birgün mobbing’in tanımının genişletilmesine bile yol açabilirler; Gömülü (embedded) mobbing diye bir kavram çıkabilir.