90’ların ortaları.
O günlerin çağrışımı ne biliyor musunuz? Milyonlarca PP slaytı ve içine koyduğumuz clipart’lar. Şimdi düşünürken bile yaptığımdan utanıyorum. Ne kadar milat öncesi zamanlarmış. Ayakta dikilip, insanlara dinletebilme kaygısıyla bütün gün konuşmak zorunda hissettiğim günler.
2000’lerin başı.
Finansal deprem zamanları. Çalışan âleminde ciddi bir insan değişikliği olmuştu. Bir sürü banka kapandı. Toplu işten çıkarmalar, birleşmeler, küçülmeler.. Büyük bir fay kırılmasıydı. O günlerin modası eğitim oyunları ve uzaktan öğrenimden abartılı beklentiydi. Temelindeki mantık toplu üretim, maliyet düşürme, daha çok kişiye daha ucuza eğitimdi. Sevemedim. Çok uyabildiğim de söylenemez.
2000’lerin sonları.
Kurumsal eğitimlerde gerileme devri. Felsefesiz, bütçesiz, vizyonsuz yıllar. Belki finans-risk-teknik eğitimlerin yükseliş zamanları diyebiliriz. Benim eğitimden iyice uzaklaştığım dönem.
2010 sonrası.
Yeniden doğuş vakti. ‘Gereken kişilere, gereken neyse verilmeli’ dönemi. Özelleştirilmiş eğitim tasarımı hiç olmadığı kadar öne çıkarılmaya başlandı. Katılımcılar artık tek tek düşünüp seçiliyor. Ölçme değerlendirme (ROI) daha sık konuşuluyor. Gelişmiş kurumlar, eğlenceli eğitim takıntısından kurtuldu.
Ben bugün daha ileri gitmek istiyorum.
Ne anlatırsa anlatsın, konuşan bir eğitmenle koca bir gün geçmez. Çok seçmece ve dinleyenlere gerekli şeyler anlatıyorsa belki en fazla 1-2 saat dinlenir. Daha uzun sürecekse eğitmenin rolü değişir: Katılımcılarla sohbet eden, konuyu iyi bilen bir kişi olur. Sadece katılımcıların hayatı ve ihtiyaçları konuşulur. Her söylenen bir katkıdır. Eğitim artık -eğitmenin belli belirsiz yönlendirdiği- spontan bir akıştır. Hatta süre baskısı bile olmaz, sürdüğü kadar sürer, yeterliyse biter.
Ancak böyle olursa İnternette ânında ulaşılabilir her türlü bilgiden daha yukarıda olur. Varlığı bir anlam kazanır.