Önce İK’nın misyonunun neler olmadığına dair anlaşalım.
Güzin ablalık söz konusu değil. Bu devirde masal anlatmak gibi olur.
Hiçbir şey yokmuş gibi davranmak insanları kızdırır.
Toplu sosyal etkinlikler genellikle yapaydır. İşe yaramaz.
İlk yapılacak şey, departmanın dışına çıkmak. Uzaktan anlamak mümkün değil. Yaşadığımız, ajitasyon günleri. Böyle zamanlarda İK’yı, sırtında kızıl haç çantasıyla silahsız cephede dolaşan asker gibi görürüm. Orada yapabileceği sınırlıdır ama her durumun ayrı ayrı vahametini görüp ona göre karar vermesi beklenir. Acillerdeki triyaj gibi. Beyaz bayraklı BM görevlileri gibi. CSI’cılar (olay yeri inceleme ekibi) gibi. Kim bilir neler çıkar? Depresyonunu dizginleyemeyenler.. konuşmalarıyla ortamı zehirleyenler (bir vakıf üniversitesi çalışanının tweet’ini hatırlayın).. psikolojik bozukluklardan dolayı işini yapamayanlar.. Tarafsız birinin yerinde görmesi şart. ‘Oranın yöneticisi var’ yetmez, aynı sorunu o da yaşıyor, ya da sorunun kaynağı o olabilir. Kısa ziyaretler, ortalıkta dolaşmalar da yetmez, orada kalmak, onlarla uzun zamanlar geçirmek lazım.
İK’nın ilacı, çeviklik. İstisnai günlerdeyiz; hızlı kararlar verip kalıpların dışına çıkmak gerekir. Çeviklik kavramı bugün için var. Her şey değiştirilebilir; prosedürler, işleyiş. Bu, tasarım düşüncesi (design thinking) demek. Duruma bakılacak, amaca bakılacak, sonra ne gerekiyorsa o yapılacak. İK’nın rüştünü ispatı böyle olur. Yıllardır stratejik İK deniyor, işte zamanı. Örnek mi? Kişiselleştirilmiş esnek çalışma saatlarına geçilebilir. KPI’lar dış koşullara hızla uyumlandırılabilir. Mazeret izni sebepleri yeniden düzenlenebilir.
Değerlerin iyileştirici gücü var. Çünkü onlar bir ihtiyaca karşılık geliyor. Değerler, gelecekle ilgili kurumsal bir davranış sözüdür. Bu, belirlilik demektir. Belirlilik de güven demektir. Kurum, bir nevi kurtarılmış bölge olur; bu kadar belirsizliğin içinde bir nefes alma ortamı. Hiç olmazsa şunu bilirsiniz; işimle dostum. O değerleri en çok özümseyen, hatırlatan, uygulamalarında hayata geçiren kim? İK.
Burada bir tavsiye: Ölçmeden yönetilmez. Kurum kültürlerini ölçün. İnsanların tutumlarını bilin. Ona göre önünüzü görerek ilerlersiniz.
Söylememe gerek var mı?
İK, toplumsal hezeyan dönemlerinde kurumun içindeki son kaledir.
Hard İK
‘Agile’ Liderler Kahvesi
Lansman günü yapıldı. Konuları taslak olarak belirledik. Devamını şimdi biraz da keyfimce anlatayım.
Konularla kişilerin veya ekiplerin eşleşmesi çok önemli. Danışmanla tez konusunu belirlemek gibi bir şey. Hiç aceleye gelmemeli. Tartışacağız, birlikte değerlendireceğiz. Bazı konular için iş zor. Kaynak taranacak, kavramlaştırmalar yapılacak, anlatımı yapılandırılacak, üstüne de içselleştirilmiş biçimde çıkıp anlatılacak.
Burada üç ilkemiz işleyecek.
* Kendinizi mutlak serbest hissedin. Her şey mümkün; baştan vazgeçmek, grup değiştirmek, yalnız çalışmak. Kendini iyi hissetmek demek, sahiplenmek demek. Nasıl istiyorsak öyle.
* Bir defa konuyu seçtikten sonra, üstlenme bekliyoruz. Vaat. “Başladım, mücbir sebep olmadıkça vazgeçmeyeceğim“.
* İK’cıların dışına çıkacağız. Kimin neyi sunacağında yaratıcılığımız tavan yapmalı.
Bu, zorlanarak başarmanın getirdiği bir motivasyondur. Öyle bir şey var, biliyorsunuz.
Ve araştırmayla anlatma en iyi iki öğrenme yolu. Kazancı, olduğu gibi sahibine gider.
Çalışmaya başladıktan sonra her grupla ayrı öykülerimiz olacak. Galiba en önemli misyonum orada başlıyor; istendikçe yönlendirme. Hazır olun.. baştan almalar, olmamışlar, dayanaksız her şeyi atmalar, göndermeler, lüzumsuz lafları acımasızca temizlemeler..
Ve sahne! Kimlerin konuşmacı olacağını akış zaman içinde çok güzel belirliyor. Bizi bir şov bekliyor. Akışı kurgulayacağız. 10’ar dakikalık sekanslara böleceğiz. Cut’larımız ve flashback’lerimiz olacak. Belki bir anlatıcımız bile olur, dış ses gibi. Çünkü bütün sunumlar bir bütün aslında.
Burada da ilkelerimiz var.
* İsterse hiç sunum deneyiminiz olmasın, bana güvenin. Öğretirim.
* Çok özgün şeyler yaratmalıyız. Kahrolsun şablonlar.
* Egalite, fraternite, liberte.. hepimiz bir süreliğine sadece ekibiz. Reklam yok.
* Didaktik ve içi boş hiçbir şey yok. Somut, gerçek olacak.
Hadi, birlikte bir deneyim yaşayalım.
Liderler Kahvesi ekipleri, agile olmayı üzerinde denemeli.
Nasıl eğitmen olunur?
Girizgah yok, konuya geçiyoruz. Bu bir how-to yazısıdır.
Önce içerik (tasarım), sonra sunum.
Çıkış noktası, amaç. Çünkü kurumsal eğitimler pragmatiktir. Amaç, yararcılık. Oradaki bilgi, kurumun hedefleri için bir araç. Onun için, her şey eğitim konusu olabilir. Kural basit: Amaca hizmet eden konuyu bulun ve ondan uzaklaşmayın. İstediği kadar alışılmamış olsun, isterse hiç yapılmamış olsun, marjinal olsun. Gerekliyse, doğru içerik odur. Gerçek hayattan örnek mi? Kıyafet kombinasyonu eğitimi (kombin denmez, o uydurma laf). Her türlü beklenen davranışın eğitimi. Bir yazılımı kullanma eğitimi.
İçerik kalitesi zor zanaat. Bilimsel olmalı. Bilimsel bilgi; bir sisteme dayanan, tutarlı (birbirini tamamlayan), deneylerle veya yöntemli gözlemle elde edilmiş, eleştiriye açık bilgidir. Burası çok önemli, öyle oku geç olmaz. Mesela tıp, psikiyatri ve psikoloji bilgileri, sistemli (birbiriyle ilişkili bir bütündür), yöntemli ve deneylerle elde edilmiştir. Dr. Mehmet Öz, bunları en eğlenceli şekilde kullanır. Dr. Oytun Erbaş, Psikiyatrinin Kara Kitabı’ında, mevcut beyin bilgilerinin bile fazla kestirmeci ve basite indirgemeci olduğundan bahseder, ama bütün konuşmaları o temele dayanır. Dr. Canan Karatay, her ne kadar ketolojik terimini telaffuz etmese de, o konudaki on yıllardır bilinen gerçekleri kullanır. Daniel Goleman, duygusal zekayı anlatırken, kitabının yarısına yakını dipnottur. Dr. Engin Geçtan’ın söylediklerinin temelinde Jung ve Gestalt vardır. Doğan Cüceloğlu ve Üstün Dökmen, tamamen bilişe (cognition) dayanırlar.
Geçmişte, yıllarca eğitim notlarımın sonunda kavram sözlüğü ve kaynakça verdim. Yeditepe Hukuk’daki dersimde, sosyal psikolojiyle hukuk prensiplerini eşleştirirdim. Bugün hâlâ konuşmalarımda, isteyenin dayanaklarıma ulaşması için hashtag’ler veririm, beni dinlerken aratırlar, göz atabilirler.
Anlatmak, başka ustalık. Bir beceri. Her türlü üslup mübah ama bir de o bildiğiniz, değişmeyen sunum tekniği gerçekleri var. Onlar hata affetmez. Oralar tuzak dolu. Ne giydiğiniz önemli. Mimiklere kadar beden dili, postür (duruş) önemli. Slaytların görünümü önemli. Fiziki mekan önemli. Şimdi anlatamam, kocaman bir konudur ama bir de şu var: Artık öyle bir noktaya geldik ki, her şey uygun olsa bile yetmiyor, üstüne bir de özgünlük lazım. İnsanlar içeriğe saygı duyarken, sunanı da sevmek istiyor.
Mesleğinde çok iyi bir yere gelmiş birinin hâlâ gidebileceği bir yer var: O birikimi anlatmak ya da yazmak.
Son söz: Aynı şeyi tekrar tekrar anlatmak insanı aşağı çeker. Bir eğitmenin kendini gerçekleştirmesi, anlattığını ezberlememektir. Hep başka, hep yeni yollar lazım.
İyi bildiğiniz bir alanın eğitmenliğinden daha büyük bir gelişme olamaz.
Bilim kurgusal İK
Hayır fütürist demedim. O yıprandı. Markalaştırıldı.
Fütürizm; ‘gelecek okur yazarlığı‘, ‘olasılık teorisyenliği’, ‘mantıklı tahminler’.
Masum. Efendi.
Halbuki benimki spekülatif anlamda ‘sci-fi’. Bugünkü bilimsel verileri düş gücüyle birleştiriyorum. Uçuyorum; İK, en ileri noktada ne hale gelecek?
Bir defa İK’nın, bugünkü, mış gibi bağımsızlığı kalmayacak. Sistemin bir sürü dişlilerinin arasına yayılacak. Anlamlı, küçük, tamamlayıcı parçalara bölünecek. Tüm süreçle birbirine karışmaktan, amalgama dönüşmekten bahsediyorum. Bu; çok hızlı, sürekli, otomatik, gerçek zamanlı olacak. Yok olacakmış gibi görünüyor ama bir çeşit sisteme gömülmek demek. Hücrelerin içine yerleşecek. Bu durumda eskisinden daha güçlü olacağı bile söylenebilir.
İK, insansızlaşacak. Bugün 18 alt alanı var; hepsi dijitalleşebilir. Sadece bir tek yerde Matrix’in gücü yetmez: Psikoloji. Sosyal ya da klinik. Sistem, semptomları yakalar, erken alarm verir, ama ancak biz birbirimizi anlarız. İnsanlar tekamül eder, değişir, saçmalar, duygusal iner çıkar, tekler, anlamlandırır, sevmeyiverir, kafasına göre kızar. Yapay zeka büyük veriyi okur. Bu, İK’nın o andaki ölçme değerlendirme (performans) işlevini mükemmel çözer ama bir yere kadar: Bir insan hakkında stratejik riskler almayı biz yaparız. Çünkü biz irrasyoneliz.
İK, sosyal psikolojiyle bütünleşip başkalaşım geçirecek. Parçalara bölünecek demiştim ya, her biri başka yere eklemlenecek, ama psikoloji en büyük dişli olarak kalacak. Genel yönetimin kalitesini artıracak. Bir yüzyıllık duyarsız yönetim tekniklerini insanileştirecek.
Geleceğin İK’cısı, sahada tam teçhizatlı profesyonel asker ya da gerçek kurmay olacak. Aradakiler olmayacak.
İK’nın eğitimi, yönetim bilimlerinde lisansüstü uzmanlık gibi, birden çok akademik disiplini kapsayan zor bir eğitim olacak.
İK, bugün, ameliyatlarda sterilizasyonu bilmeyen tıbbın erken zamanlarını yaşıyor.
Kurum değerleri nasıl bulunur?
Ne gerek var mı diyorsunuz? Web sitesinde kimsenin okumadığı bir bölüm değil mi? Kimisi için işlevi, dantel sehpa örtüsü.
Öyle değil işte. Aslında onlar zaten varlar ama yazıya dökmek işi bozuyor. Yazınca gerçekler tam söylenemiyor. Bazen şık bir sözcük bulalım derken anlaşılmaz hale geliyor.
Gerçek hayattan örnekler.
83 yaşında hâlâ her gün işe gelen, bir holdingin onursal yönetim kurulu başkanı dermiş ki, ’50 yıl önce benimle aynı odada işe başlayan muhasebe müdürüme çok iyi bir emeklilik yaşatacaksınız. Sadece ona değil, ömrünü bize vermiş tüm çalışanlarımıza’. İşte size bir değer: Vefa.. kıdeme saygı. Yazılı değildi ama herkes bilirdi.
İddialı bir hukuk bürosunda en önemli şey bilgiydi. Herkesin bildiğini aşacak kadar bilgi. Fakültede öğretilenlerin ötesinde. Müvekkilleri için araştırma yapar, çözümler yaratırlardı. Her rapor, hazırlayanın prestijiydi. İçerik kalitesi, değerleriydi.
Bir kurumda yıldızlar önemliydi. Altın çocuklar. Şık adı yeteneklerin takdiri.
Başka bir yerde çalışkanlık önemliydi. Kim en geç çıkarsa, en makbul oydu.
Şimdi tam vakti geldi. Minicik bir tanım yapayım, tam anlaşılsın ne olduğu.
Değer, seçilmiş ortak tutumlardır. O kurumun içindeki akışta kendiliğinden doğmuş, ya da benimsetmek için çalışılmış. Bireyler için anlamlar neyse, kurumlar için de değerler odur.
Nasıl mı bulunup çıkarılır?
Bazen aramaya gerek yoktur. Bilinir. Sadece şuna karar vermek gerekir, yazacak mıyız ve nasıl ifade edeceğiz?
Asıl eğlence, herkesin kurumsal değerleri bildiğinden emin değilsek, bunu nasıl anlayacağız?
İlk akla gelen yöntem, kurum kültürü araştırmasıyla paralel yürütmek. Çünkü değerler, aynı zamanda birer kültür boyutu. Tutum envanterleri ile o boyutların kapsam ve şiddetini ölçersek, değerlere de ulaşmış oluruz.
Küçük grup çalışmalarıyla da olur tabii ama biraz çıkarsama olur.
Söylememe gerek yok ama dayanamayacağım. En olmayacak şey, birisinin oturup yazmasıdır. Ajansta metin yazarına sipariş edildiğini bile bilirim.
Son söz: Sahici olsun, nasıl olursa olsun.