Hesapladım; tam 29 yıl olmuş. Kahramanımız o zamanlar 60’ına yaklaşıyordu. Hayattaysa kulakları çınlasın (not: teknoloji dışında her şey bugünle aynıydı, sakın eskiymiş demeyin).
Büyük, anlı şanlı bir çokulusluda ilk İK müdürlüğümdü. Headhunter işiydi. Yabancı genel müdür (o zamanlar CEO denmezdi) bizzat İK’nın geleceğini iş edinmiş, görüşmeleri o yapmıştı.
Mülakatta söylemişti, şu anda bir İK direktörü var ama yakında onun yerini almak için geliyorsun diye.
Direktör, tip olarak Louis de Funès gibi bir şey. Kara kuru olduğu için yaşı anlaşılmıyordu, tahmin ediyorum.
Feci zeki, Bizansçı ve kötü ruhlu.
Ben, salak, gayet havalı başladım. Büyük bir odam var. Departmanda çalışanlar 30 kişiye yakın. Her şey boyumdan büyük yani.
O zamanlar Sun Tzu’yu bilmezdim. Meğer kitabın nesnesi ben olmuşum. Şimdi düşünüyorum da, neler uygulanmış üzerinde. Louis de Funès sık sık odama gevezeliğe gelirdi mesela, boş boş bi şeyler anlatırdı. Kim bilir ne hesaplarla. Tam kitabın dediği gibi, su gibiydi. Renksiz, kokusuz. Hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Saflık bu ya, merak da etmiyordum.
Kendimce projeler tasarladım. Üniversite hocalarıyla işbirliği yaptım (tabii ki bir tek İÜ İşletme vardı o zamanlar). Doçentleri, doktora öğrencileri ile kocaman bir ekip iş değerlemesine giriştik. Birkaç ay sürdü. Ne emek, ne emek. Bizimkine gidip ara ara bilgi veriyorum, hiç ses yok, sessizce izliyor. Sanki herhangi birisi. En ufak bir tepki, fikir yok.
Proje bitti, sunuma hazırlanıyorum. Başladı gelip gelip bir şeyler söylemeye. Hayatta bilemeyeceğimiz bir sorunu hatırlatıyor, ‘ama şunu da hesaba katmanız lazımdı’. Onu hallediyoruz, bir tane daha. Bu uzatmalar tam bir yıl aldı. Bitmiyor. Ekip bıktı, yoruldu. Onların döner sermaye parasını ödettim, azat ettim.
Ve birgün geldi dedi ki, bence şimdi sunma çünkü genel müdür tayin edilecek, başka ülkeye gidiyor, yeni gelene anlatırsın. Gerçekten de 3-5 ay sonra veda etti gitti.
Yeni geleni öyle bir korkutmuş ki, bana, önceliğimiz bu değil, bırakın şimdi ücret skalasını falan, ortalığı daha fazla karıştırmayalım dedi.
Asla bana karşı çıkmadı. Bir şeyi yapma demedi. Gayet sakin bekledi, mükemmel bir zamanlamayla çevirme yaptı. Zayıflattı. Öldürmeden teslim aldı.
Beni sabrıyla ve entrikasıyla pasifize etti.
İki yılım çöpe gitti. Sonra hâlâ hiçbir şey olmamış gibi gelip sohbetlerine devam etti. Bu konuyu hiç açmadan.
Bomboş bir yıl daha geçti. Yapacak bir şey bulamadım. Departmanda 2-3000 kişinin özlük işleri akıyor, ne olduğunu bile anlamıyorum. Yabancı genel müdür İK’nın farkında değil. Benden beklenen bir şey yok. Tek yapmam gereken, sabahtan akşama kadar sorun çıkarmadan oturmamdı.
Tam Louis de Funès’in arzu ettiği gibi.
Birgün şahane bir iş teklifi geldi (yeni kurulan bir bankada GMY’lik). Milisaniye düşünmeden evet dedim.
Gittiğimi kimse fark etmedi bile.