Anılar

(Alternatif) kariyer öğütleri

Sert olacak, hazır mısınız?

Önce şunda anlaşalım: Çalışmayı gerçekten istiyor musunuz? Biliyorum ki, birçok genç insan, kendine dahi bunu itiraf edemediği için, zorlama iş hayatları bir yerde gelip tıkanıyor. Eleştirmem.

İçiniz iş hayatını kaldırıyorsa, sonra şuna karar verin: Ay sonunda alacağınız ücret için o geçmek bitmez aylara-yıllara katlanıp kendinizi feda edecek misiniz, yoksa başka yollar mı deneyeceksiniz?

Bunları ayıracağız.

Bildik yoldan gideceklere öğütleri 3 evreye bölelim:

1) İş arama

Burada söyleyeceğim minimum şey var. Çünkü çok konuşuldu. Çoğu boş sözler. Ben olsam çoktan bıkar, kulağımı tıkardım.

Evet.. cv’ler şablon ve manipülatif ifade dolu. Arz fazlası var. İşe almacıların bir kısmı feci yetersiz. Torpil işleyebilir de, ters de tepebilir. LinkedIn can simidi. Açık isimle sosyal medya kullanımı riskli. Küçük pozisyonlar için aday arayan şirketler -bildiklerim- yetkin değil. Süre hiç belli değil, ki bu çok asap bozucu. Bazı adaylar o kadar niteliksiz ki, onların zaten hiç şansı yok ama kimse bunu onlara açıkça söylemiyor.

Tam bir talih işi atmosferi.

Bunların üstüne bir de bık bık her yerden gelen yuvarlak laflarla öğütler. Ben, şans dilemekten başka şey yapamam.

Tek diyeceğim, kimseyi kriter almayın, her kişinin durumu ‘tek’tir, sizi ilgilendirmez.

2) İşin ilk zamanları

İşte zurnanın o sesi çıkarttığı yer bu. Bu evre, bundan sonrası için damgalandığınız aşamadır.

İşe inanmadığınız, çalışmayı istemediğiniz, orayı önemsemediğiniz dışarıdan tahmin edemeyeceğiniz kadar açık görünür. Onun için bu meseleyi önce içinizde çözmek zorundasınız.

Hırstan, çok çalışmaktan bahsetmiyorum, sakın ha. Samimi çabadan, asılmaktan, istekten, zihinsel odaklanmaktan bahsediyorum. Mesela bir toplantıdaki ilginizden, sizden beklenen işleri not alıp unutmamaktan, işe gönüllü kattıklarınızdan, dinlerken yüzünüzün ifadesine kadar bir sürü ayrıntı kariyerinizin geleceğini belirler.

Bu, yürüyen band üzerinde, kalabalıklar arasından hızlı ve ilk ayıklanma aşamasıdır.

3) İşin 3-5 yıl sonraki zamanları

İşte o tanımlanamaz eforun sonuç noktası. İstenen kişi olmanın gerçekleştiği zaman. Kariyerde vitesi ilk büyütme vakti. Eskiden unvanlar falan vardı. Yenilerin buna ihtiyacı yok; önemsendiğinizi zaten bin türlü anlarsınız.

Artık kurumlar da beklemiyor; ihtiyaç duyduklarını hızla daha yukarılarda kullanıyorlar.

Ha kurum kıymetinizi anlamıyor mu? İş değiştirme vakti! Çünkü bu doğru zamandır.

Somut konuşalım, bu aşama, bugünün rayiciyle ilk defa 4-6.000 arası ücret alma zamanlarıdır.

Şimdi gelelim, ücretli çalışmaya mayası uygun olmayanlara.

Öylesine seçenekler.. primle falan işleyen, tamamen ayrı bir frekans olan satışçılık.. standart düşünce kalıplarının dışında ilginç girişimcilikler (harbiyiyorum, yemek sepeti, zomato gibi).. dijital pazarlama.. sanatsal yetenekleri kullanma..

CV dedikleri, en başta kullanılan bir zoka.

Kalanı, biraz tesadüfler, çokça da azim ve emek. 

Anılar

Meslek değiştirmek

Ben yaptım.

Hem de ağır biçimde. Onun için konuşmaya hakkım var. 1984.. Bir banka avukatıyken, eğitim bölümünün yöneticisi olmuştum.

Şu anda hâlâ hatırladığım duygum, yeni işimin başlangıcındaki ‘halledilmeyecek ne var’ duygusuydu.

Şimdi biraz analitik yaklaşımla genellemeye gidelim.

Elimizde sabit olarak ne var? Geçmişte edinilmiş bilgi ve o güne kadarki pratik iş becerileri. Değişkenlerimiz neler? Sürekli yeni ortaya çıkan bilgi, daha önce öğrenmediğimiz bilgi ve bizim gelişmemiz. Yani değişkenler, sabitlerden büyük. İş kalıyor bir tek şunun cevabını vermeye: Sizin ruh haliniz sabitlere mi giriyor, değişkenlere mi?

Mesele, işimi değiştirmeli miyim değil, kendimi nasıl aşacağım? Ya da zamanlama ve fırsat meselesi.

Bu saatten sonra kimse kimseye, bana dendiği gibi, ‘hukukçudan İK’cı mı olur’ diyemez. Herkes bir gün işinin içinde tıkanmayı tadacak.

Ne yazık ki, henüz bir meslekler arası geçiş şeması yok. Orada çok yalnızız. Bazılarını düz mantıkla öngörebiliriz. Satış-pazarlama-iş geliştirme gibi. Bankaların içindeki bölümler gibi. Üretimin aşamaları gibi. Reklam, PR, kurumsal iletişim gibi. Tıpta uzmanlıklar arası geçiş gibi. Bunlar kolay.

Benim asıl ilgimi çeken radikal değişimler. Hukukçudan çok iyi denetçi olur. Eğitimciden iyi iletişimci olur. Finansçıdan İK’cı olur. İK’cıdan pazarlamacı olur. Operasyoncudan süreç uzmanı olur. Her şeyden yönetici olur.

Hatta yükseltiyorum: Hayatın her aşamasında olur. Eğitimse eğitimi alınır. Acemilik dönemi derseniz, çekilir, gittikçe de kısalır.

Hadi. Yaratıcılığınıza ve cesaretinize kuvvet.

Mükemmel bir bileşim olabilirsiniz.

 

Anılar

Beni eleştirme

Bana şunlar söylenmiştir: “İnsanlar senden çekiniyor”, “çok düz söylüyorsun”, “bakış açın olumsuz”.

Bunlar hep; “eleştiriden hoşlanmıyorum, alışkın değilim ya da gerçek niyetini bilemiyorum” demek.

Bundan sonra yapmaya devam edeceğim için, eleştiriden ne anladığımı bir defalık açıklayayım dedim.

Huyumdur.. Kökeniyle başlayalım.

Krinein (Lat.) = ayırt etmek, karar vermek demek. Sonra biraz söylenişi değişmiş, biraz da anlamı kaymış: Criticus = yargı.

Günümüze gelinceye kadar bir sapma daha yaşamış. Bugün birçok kişi, eleştirinin alt tonunda ‘kusur bulan’ anlamını duyuyor.

Söylememe lüzum yok, aslında zor bir edebiyat/sanat dalı. Eleştirenin, eleştirdiğini, değerlendirebilecek kadar anlaması çok büyük bir yük. Emek. Sorumluluk.

Bir sunumun videosunu seyrederken, bir blog yazısını okurken notlar tutarım. Her sözcüğe dikkat ederim. Genellikle tekrar dinlerim/okurum. Araştırırım. Parametreler bulup karşılaştırırım. Bilgimin yetmediği yerde önce öğrenirim. Emeğe bakın.

Üslupta ufacık bir amacımı aşma yanlış anlaşılabilir. Onun için sözcük seçimime çok dikkat ederim. Niyetim asla saldırmak, kırmak, hata aramak değil, sadece değerlendirmek.

En büyük tatminim, eleştirimi okuyanın, okuduktan sonra asıl konuyu daha iyi anlaması.

En önemlisi de şu: Tespitlerim nokta atışı olmalı. Somut olmalı. İyi-kötü diye genelleme yaparak olmaz. Her şeyi ifade edecek bir nitelendirme mutlaka vardır. En doğru sözcüğü buluncaya kadar uğraşırım. Bu da nesnellik kaygım işte.

Biliyor musunuz, aslında bu yolla sürekli öğreniyorum.

Bu arada fazla kısa, net, öz ifade ediyormuşum. O ayrııı.

 

Daha ne yapayım ha? Daha ne yapayım?

Anılar

Viktor Emil Frankl üzerine

image

Ne müthiş 92 yıl yaşamış.

Nazi kamplarındaki anılarından doğmuş meşhur ‘logoterapi‘si.

Konumuz bu.

‘İnsanın Anlam Arayışı’nın ilk baskısı 1959 (o zaman adı farklıymış). Bizdeki ilk çevirisi de 1992. Küçücük bir kitapçık aslında; her sözcüğü durup düşünmelik. Öyle okuyup geçemezsiniz.

Logo, Yunanca kökenli bir kavram. Söz, söylem demek. Biraz daha geniş anlamı ise ‘neden, sebep, mantık’.

Toplama kampı deneyimleri bölümü dolaylı biçimde yaşanan acıları anlatıyor ama amacı, ortalama bir tutuklunun zihninden geçenleri anlamaya çalışmak. Frankl’a, yaşamın anlamını düşündüren bu. “Yaşamın genel anlamı olamaz. Her bir insan için, belli bir andaki özel anlamı olabilir. (…) Onu bilmek, kendi yaşamının sorumluluğunu almaktır.

Bana mülakatlarda neye bakıyorsun derler. En çok buna bakıyorum işte: Kişisel anlamı ne? Her şey ona bağlı.

Gerçek anlamlarımız, kendimize yaptığımız mantıklı açıklamalar değildir. Temel bir güdüdür. “Bu anlam, sadece kişinin kendisi tarafından bulunabilir oluşuyla ve böyle olması gereğiyle, eşsiz ve özel bir yapıdadır. (…) İnsan, bu anlam için yaşayabilme, hatta ölme yetisine sahiptir“.

İşte bu son cümle, Frankl’ın toplama kampında nasıl dayandığını anlatan kilit cümledir.

Hayatımda -kendim için- gelebildiğim en uç nokta, kendi anlamlarımı bulmak oldu. Yıllardır onları zaman zaman gözden geçiririm. Çok kısa ve net bir yere not ederim. Ufak değişiklikler olursa, onlara izin veririm. Önemli kararlarda referans olarak alırım.

 

Kendi yaşamıma biraz yukarıdan bakarak yaşamak gibi bir şey bu.

Anılar

8-5’den bıktınız mı? Eğitmen olun?

Biliyorum; istemeden çalışılan zaman geçmek bilmiyor.. kurumsal hayat çekilmiyor.. bundan kurtulmanın bir yolu var.. mı? Gördüğüm, sanki bütün kariyer yolları serbest eğitmenliğe çıkıyor (adı danışman olanların çok azı öyledir, onları da eğitmen sayın). Anlatayım size nasıl bir şey olduğunu.

Önce anlaşalım: Ne teşvik edeceğim, ne yereceğim. Herkesin hayatı kendine. Çemkirme gibi bir art niyetim de yok.

Pazar yazısı işte, adamın biri tespitlerini anlatmış, oku geç.

Sokak kediliği aklınıza bir kere düştü mü, insan epey oyalanır. Kuluçka dönemidir bu. Boşu boşuna hesaplar, iç sorgulamalar, araştırmalar yaparsınız. Herkes farklı bir şey söyler. Düşünerek pek bir yere varamazsınız.

Bu arada bir püf noktası: Etrafınızdaki örnekleri biraz kurcalarsanız, aslında önceden başlayanların çoğunun buna mecbur kaldığını görürsünüz. Çünkü ‘yol bitmiştir’.

Bu aşamada karar vermede yalnızsınız: Hayatın ittirmesi mi beklenecek, yoksa ya herru mu (herro mu, herrü mü emin değilim) denecek?

İkinci faz, geçici bir şemsiye arayışı. İlk akla gelen müthiş çözüm, önünüze çıkan eğitim firmasına taşeronluktur. O firmalar bilginize doğru dürüst bakmaz; tek aranan yetkinlik, sunum. Farzedin kartvizitinizde şöyle yazıyor: ‘Her türlü eğitim yapılır’. Tek sermaye, PowerPoint’iniz ve kurumların ihtiyaç olarak belirlediği (!) bir eğitimin içeriğini derlemek için yarım günlük emek.

Sokakta biraz daha dik durmanın diğer yolu, şirket kurup, yabancı bir know-how adı çakmaktır. O ayrı konu, geçelim.

Son duyduğuma göre, piyasadaki eğitim firmalarının sayısı, bir Anadolu kenti nüfusunu aşmış. En büyük sorun da yeni katılanlar içinmiş; isim bulmakta zorlanıyorlarmış:)

Gelelim işin en önemli kısmına. Satış. Bilinen tek yöntem var: Taciz.  Sürekli kurumların eğitim müdürlükleri telefonla aranacak ve ziyarete gidilecek. Süreç döngüsü de sabit: Sallama eğitim adları bul, ısrar ve azimle hedef müşteri kitleni takip et, eğitimlerini neye tutturursan ona sat, eğitimlerde insanları eğlendirmenin bir yolunu bul, sonra yeni eğitim adları uydur, gene müşteri kovala, oyun/eğlence çıtasını gittikçe yükselt..

Peki kazancı iyi mi?

Siz hiç sulu benzinle çalışan pancar motoru gördünüz mü? Bir hızlanır, bir duracak gibi olur, tıksırır, sonra gene toparlar. Hah, para durumu böyledir. Bir iş çıkar, aynı eğitimi milyonlarca defa tekrarlarsınız, kazancınızdan o dönem havaya girersiniz. Ama böyle gitmez. Yazın iş az olur. Ramazanda eğitim tercih edilmez. Yıl sonuna yaklaşırken kimsenin vakti yoktur. Kurbanda, Şekerde hayat 2 hafta felç olur. Bir sürü zaman bomboş kalırsınız. Kurumlar, ödemelerini haftalarca bekletir, tahsilat yapamazsınız. Yani sonuçta yevmiyeci gibi geçer hayat: Oldu mu var, olmadı mı yok.

Ama bütün bunlara rağmen bu yola girince dönüşü yoktur. Çünkü bu meslek insanı olgunlaştırır. Rüyalarınızda bile zor katılımcılarla nasıl baş ettiğinizi görürsünüz. Bir konuyu nasıl daha anlaşılır anlatırım düşüncesi bir refleks olur. Anlattıkça kendi dediklerinizin arasındaki nedensellik ilişkileri ışıldamaya başlar. Herhangi bir şeyi anlatmakta ustalaşırsınız. Dinlerken öğrenen insanların yüz ifadesini fark etmeye başlarsınız; o ifade insanda bağımlılık yapar.

Ve en önemlisi, uzun zamanlar geçtikten sonra artık pazarlamayı umursamamaya başlarsınız.

Çünkü meslekte eskimişsinizdir. Sizi tanırlar. Alengirli eğitim adlarına gerek kalmamıştır. İnanmadığınız eğitimi yapmam diyebilirsiniz.

Diyetiniz ödenmiştir.