Commitment demek istiyorum, anlayın işte.
Bir adam varmış. 30 yıl büyük bir kurumda çaycılık yapmış. Herkes tanırmış. Çok severlermiş onu. Birgün emekli olmuş.
Sıkılmış ama evde. Tanıyanlar araya girmiş, daha küçük bir şirkete tavsiye etmişler. Yeniden başlamış çalışmaya.
Gene bir zamanlar geçmiş.
Sonra tamam artık demiş. Bir ömrün yorgunluğu. İsterseniz damadım devam edebilir yerime demiş. O kadar güvenilen bir insanmış ki, hiç düşünmeden kabul etmişler.
Kimse ondan böyle bir şey istemediği halde oturmuş iki sayfa yaptığı işleri yazmış. Madde madde. Ayrıntılarıyla. Dikkat edilmesi gereken noktalarıyla. Kimin çayını kahvesini nasıl içtiğinden, akşam çıkarken kontrol edilmesi gereken yerlere kadar.
Sonra oryantasyona başlamış. Emin oluncaya kadar.
Ona veda partisi yapmışlar son gün. Genel müdür o listeden o kadar etkilenmiş ki, konuşmasında sürpriz olarak içinden maddeler okumuş.
Sonra damadı başlamış.
Onu tanıdım ben. Aynen efsane kayınpederi gibi.
Ses tonu, yüz ifadesi, dikkati, hiçbir gün öteki günden farklı değil. Şunu düşündürtür: O anda en önem verdiği sizsiniz.
Söyleneni unutmaz. Herkesin alışkanlıklarını bilir.
Bir sürü kendi kendine belirlediği görevleri vardır.
Hiç kimse ona karışmaz, işi onundur.
Kızmaz. Küsmez. Kimseyi ayırt etmez. Belli saatlerde yaptığı işleri vardır, onların zamanı hiç kaymaz.
Bunlar benim gözümde nedir biliyor musunuz?
Görev falan değil. Tevekkül değil. Basit bir kültürel davranış değil. Sadece çalışkanlık değil. Çok daha ötesi..
Bir anlam. Bir kişisel etik örneği. Kendine saygı. Kendi yaşamını onurlandırmak.
Kendi ilkelerine adanmışlık.
İş bahane.
Serdar Devrim dedi ki:
Kendine saygı… Aynen!