Yıl 2011: Daha önceki birçoğu gibi yine içimde bir ‘evre’nin başlangıcıydı. Twitter’a o zamanlar başladım. Orijinal bir web sitesi hayal etmiştim, ortası blog olan.. O zaman tesadüfen karşıma butik bir dijital ajans çıkmıştı. Keyifle çalıştık onlarla. Yarattılar istediğimi.
Şimdi bunu bir kenara koyalım. Bağlayacağım sonra.
2014: Hiç kimse alışamadı web içinde bloga. Bir avuç okuyanı vardı. Dedim ki yok bu böyle olmaz, ben blogger’lığın dibini göreceğim. O zaman karşıma hiç yüzünü göremeyeceğim Serdar çıktı. Bana tam istediğim gibi bir blog yarattı ve öldü (biliyorsunuz değil mi, sırf onun anısına çok önemsediğim bir yazım vardır).
2015: Her şey oturmuş gibiydi. Ta geçen Perşembe’ye kadar. @temurah’la uzun sohbet ettik. Mr. @harbiyiyorum yani.
İşte o @temurah, 2011’deki ajansın sahibi olan temurah’dır.
Ona dedim ki, benim kafama göre Twitter kurallarım var. Twitter benim için bütün birikimimi temize çekme defteridir. Onun için mesela mention’ları sonradan temizlerim. Onun için süzülmüş yazarım. Onun için hashtag diye kasmam.
O da mealen dedi ki, Twitter bir tüketim maddesidir. Ânı tüketir. Akışı, aslında hayatın akışıdır. Ya dahil olursun, ya seyirci kalırsın. Ama onu kendine uyduramazsın. İsteklerini geri çek, kaptır gitsin. Bu Dünyada bırakmak istediğin izlerin için blogun var, onu devreye sok.
Ben de o meşum kararları aldım: Tamam lan, Twitter’da artık geriye bakmak yok. Bastır Ahmet. Mention’lar madem hayatın kendisi, kalsın orada. Dediklerimin içinde vurgulamaya değer bir şey varsa attırırız bir hashtag, n’olmuş yani? Neyse raconu öyle olsun, giriyorum oyuna. Blogu daha hızlandırmak bana çocuk oyuncağı. Zaten üslubumla derdim yok. O zaman tempo, tempo..
Yaa işte böyle. 2011’den 2015’e.. İnsanın algısı, düşünceleri o kadar değişiyor ki sanki başka insanlarız.
Ve nasıl da birbirimiz için, vakti geldiğinde tekamül vesilesi oluyoruz değil mi?
Bana da en sonuncusu, geçen Perşembe 11.00 civarlarında Starbucks’da kahve içerken oldu. Vakti gelmiş demek.