Bu anımı yazmıştım 4 yıl önce. O yazıya şöyle bir göz attım, bugün olsa farklı anlatır mıydım diye, galiba evet. Hadi o zaman bir daha. Anı aynı, kafa başka.
Tamam, kariyer planım babama aitti (kendi işini sürdürmemi istemişti) ama hukuku gerçekten severek okumuştum. Mantığını anlamıştım. Hatta o kadar özümsemişim ki, hiçbir güncelliğim olmamasına rağmen 35 yıl sonra temel bilgim beni mahcup etmiyor. Zihnime işlemiş.
Neyse, 80’lerde Garanti Bankası’nda avukatım. Size biraz o günlerde banka avukatlığı nasıl bir şeydi onu söyleyeyim; işimin %90’ı icra takibi. Sultanahmet’te 6’ıncı icraya git, takip başlat, gidebiliyorsan hacze git, bir şey alamıyorsan aciz belgesi al (alacaktaki zamanaşımını keser, muhasebenin kutsal belgesidir çünkü artık karşılık ayırmayacakları için bilançoyu etkiler).
Sıkıldım. Çok sıkıldım. Tek tük davalarımda mahkeme kapısında beklemekten, hakimlere ihtiyati haciz kararı aldırma stresinden, dosya çıkarttırmak için minnet etmekten 4 yılda bıktım. Kendime eğlence buldum: Çalışanlara pratik hukuk dersleri vermek. Zaman içinde gittikçe daha çok zamanımı almaya başladı. Aslında adliyeden kaçtığım için işime geliyordu. Katılımcılar için ders notları hazırlamıştım, o kadar tutulmuştu ki, beni telefonla arayıp katılmayan şubelerden bir set istiyorlardı. Teksirle çoğaltılmış, kredi teminat türleri serisiydi. En sevilen parçası da ipotekti:)
Birgün bir olay patladı. İcra İflas Kanunu’nun bir maddesi kullanılarak ve banka personelinin hukuk bilgisi eksikliğinden yararlanarak, tamamen yasal bir şekilde Bankadan ödenmemesi gereken para tahsil edilmişti (meraklısı için söyleyeyim İİK 89’du). Hem de birçok kez, değişik şubelerden. Bunu yapan da bir avukattı. Hemen bir iç genelge yayınlandı ama durduramadılar, çünkü okumuyorlardı. Teftiş alarma geçti. Bu arada akla gelen önlemlerden biri tabii eğitim. Ama kaybedecek vakit yok. Bana, git şubelere anlat, eğitimini orada yap demişlerdi.
Yeni bir dönem başlamıştı benim için: Mobil eğitmenlik. O kadar güzel anılarım var ki şube gezilerinden. Hiç sınıf ortamı gibi olmuyordu. Akşam mesai sonrası kapıyı kapatıp başlıyorduk. Konu konuyu açıyordu, bir sürü şey soruyorlardı. Araya dert yanmalar, şikayetler de karışıyordu tabii. Bazen yemeğe çıkıyorduk, orada devam ediyorduk. O sohbetler gittikçe renklenmeye başladı. Hukuku aştık gidiyoruz; çoğu, yönetimle ilgili ya da davranışsal konulardı. Eğitim müdürlüğünün yönetim hocalarına danıştım, hukuk dışında kitaplar okumaya başladım, cevaplarım için her defasında onay aldım öyle anlattım.
Ve o büyük gün geldi: Tamamen geçer misin eğitime dediler.
Hikaye bu kadar. İK’cılık çok sonrasında geldi. 5 yıl sonra.
Ne diyeyim; tesadüfler mi, hayatı zorlamam mı, baştan yapılan bir kariyer hatasının düzeltilmesi mi? Her ne ise, hep açıklamam zor oldu. Hep, sen organizasyonel davranıştan ne anlarsın diye baktılar. Bu, öğrenmem için daha kamçıladı. Geldik bugüne.
Gök kubbede bu anılar kaldı boş boş uçuşan.