Kısa öyküler

Bitmeyen yaşam

Hırçın bir kadındı. Son yıllarında artık iyice dayanılmaz hale gelmişti. Her şeye, herkese öfkeliydi. Kapıp koyvermişti, içinden koptuğu gibi. Canı ne istiyorsa kötülükle bezeyip dışarı salıyordu. Yaşını ya bilmezdi, ya konuşmazdı, 90’ların üstünde bir şey, o kadar, küsurat onu ilgilendirmiyordu.

**

Eşi öleli 35 yıl olmuştu. Beklenmedik, âni bir şekilde çıkmıştı hayatından. Kızı kendi evinde, kendi hayatında. Ömrünün büyük kısmı yalnız geçmişti. Yalnız yaşamak esas yaşamı olmuştu, öylesine uyumlanmıştı kendi düzeniyle. Rutinlerini severdi, çok severdi. Tedirgin edici ama kolay atlatılan küçük talepkârlıkları vardı. Anlaşılabilir şeyler, hoş görülebilir. Söylenen saatlere tam uyulacak, televizyonda ne istiyorsa o açılacak. Dikkat çeken şeyler değildi.

Söylenirdi kendi kendine. Hele televizyona. Karşısında birisi varmış gibi kızar, küfreder, acır, akıl verirdi. Fanatiklerin maç izlerken kendini kaptırmasıyla aynı. Her şeye. Haberlere bile. Komik olurdu bazen. Kimse bir şey demezdi ama neredeyse sevimli bir özelliğiydi ona buna durmadan laf yetiştirmesi.

**

Birgün kentsel dönüşüm onun apartmanına da uğradı. Bir-iki yıl çıkması lazımdı. Kızına taşınma sebebi buydu. Bir daha evine dönmemişti. Herhangi bir sağlık sorunu ya da kendine bakamamak değil, mantık. Evinden kira geliri geliyordu.

Her şey o zaman şekillenmeye başladı. İçinden başka bir insan çıkmıştı. On yıllarca kendi başına keskinleştirdiği karakterinin kapaklarını sonuna kadar açmıştı. Kendi kızının evinde ana kraliçeydi. Tek taraflı isteklerinin tadını çıkartmaya kararlıydı; yalnızmış gibi devam. Birkaç on yıllık yalnızlıkta, söylenme komikliğinin tarzı da gelişmişti; o alışkanlığı, televizyondan, etrafındaki insanlara terfi ettirmişti. Artık dümdüzdü. Ne yanlış anlaşılma, ne kalp kırma derdi vardı. Tam özgürlük. Diline geldiği gibi. Süzmeden, tartmadan.

**

Birgün yatalak oldu. Artık söylenmelerinin ucu ardına kadar açılmıştı.

Birikmiş hınç doluydu. Bir çeşit hiddet. Boşlukla kavga. Kim bilir belki de en çok bitmeyen yaşamıyla; çünkü sonsuza kadar sürecek amaçsız bir beklemeye dönmüştü.

O gün çok geç geldi. Çok yordu. Huzur bulma günü. Dinlenme vakti.

Belki de ne kendi, ne etrafı onu hiç anlamamıştı. Bir ömürlük zaman yetmemişti.



Yorumunuz var mı?