Genç adam şehirde yürüyüş yapmayı severdi. Yürümek, meditasyonuydu. Semtler, yürürken, farkında olmadan gelip geçerdi.
Birgün adını bile bilmediği bir mahalleden geçiyordu. Haliç’de bir yer. Yorulmuştu. Dönüşteydi artık. Küçük bir park gördü; tozlu, bakımsız, denizin hemen yanında. Çocuklar için uydurma bir plastik kaydırak konmuş.
Bir tane bank vardı kaydırağın önünde. Herhalde çocuklarını bekleyen anneler için. Yaşlı bir adam oturuyordu.
‘Müsait mi?’ diye sordu, cevabını beklemeden ilişti. İkisi de birbirine bakmamıştı.
Yaşlı adam, başını döndürmeden, kendi kendine konuşur gibi ‘genellikle yalnız olurum burada, rahatsız etmedin, otur’ dedi.
Bir şey söylemek gerekir miydi? İma mı var?
Bir sessiz zaman geçti. Sonra yaşlı adam gene kendi kendine:
’Düşünmekle olmaz, zamanla. Ne yapacağını bilemezsin, her şey durur öyle. Çaresizlik. Çok beklemek lazım. Yavaştır. Anlamazsın o zamanda olup biteni. Kendine takılıp kalırsın. Zamanlar lazım. Sonra anlarsın. Birden görürsün. Unuttuğun bir zamanda. Alakası bile kopmuştur. Öncesinde fark etmezsin. Sen yapamazsın. Senin dışında olur.’
Sesi alçak, ancak duyuluyordu.
Bana mı diyor diye düşündü. Hiç öyle değil gibiydi.
Sonra kalktı yaşlı adam. Gitti. Bakmadan.
Neydi o söyledikleri? Anlamsız değildi o sözler.
Bir gelecek okuması gibi. Olacak şeyleri söyler gibi. Yok canım.. Saçma. Tesadüfen ona uyar gibi görünen sözler işte, mümkün mü başka şey?
Her şeyin durması.. çaresizlik..
Saatlerdir yürümekten bacakları sızlarken bu değil miydi hissettiği?
Unutacak kadar çok zamanlar geçecek.. Sen yapamazsın.. Çok sonraları fark edeceksin..
Haliç’in köhne bir parkında bir kehanetle mi karşılaşmıştı yani?