Masanın arkasındaki yıllar. Kendimi işe feda ettiğim zamanlar.
Önümden akan bulanık sel suyuna kendi isteğimle atlamış gibi bir ruh haliydi.
Geceleri eve normal bir saatte gelebilmişsem yemeğimi yerken dalıp gittiğim, sürekli işle ilgili sorunlara takıldığım bir tür cinnet zamanları.
Oğlum 3-4 yaşlarında; şöyle sahneler hatırlıyorum, uyku saatında onun yatağına uzanır ışığı kapatırdım, göğsümün üstüne yatırır, sakin bir sesle, o gün olan, canımı sıkan şeyleri anlatırdım ona. Tamamen gerçek. Duygularıyla. Tam olduğu gibi. Bir süre sonra orada, üstümde uyuyakalırdı.
Onun masalı, benim terapim.
Sabahları çok erken giderdim işe. Binada kimse gelmemiş olurdu daha. Bir gün önce not aldığım konuları elden geçirir, yapılacakları planlardım.
Bir yardımcım vardı. Havalı bir kadın. Sağ kolum. Benden daha iyi olduğu konular vardı. Mesela Excel, tüm özlük işleri.. Çok hâkimdi işe. Kendinden emin bir tavrı vardı hep. Zekiydi, hızlı kavrardı. Fazla kurnazdı. Duyardım masasındaki telefon konuşmalarını, istediği gibi oynatırdı milleti. Fiziği, dili ve aklıyla. Benim içinse cinsiyeti bile yoktu, o bir can simidiydi, hani şu duvarda asılı olan.
Sabahları o iş ayıklamalarımda ona da epeyi pay çıkardı. Post-it’lerim vardı o zamanlar. Onunkilerini iyice süzer, net ifadelere indirir, kısacık yapılacak iş maddeleri halinde ayrı ayrı yazar, PC ekranının kenarına yapıştırırdım. Ne yapayım, milletin geldiği saatte telefonlar başlar, gün içinde bir daha konuşacak boş vakit bile bulamazdık. Tuhaf bir görüntüsü olurdu monitörünün, etrafı post-it dolu.
Kafasına göre yapardı onları.
Bazılarını sona atar, hatta tümden sallardı aklı yatmamışsa. Belki haklı gerekçeyle, belki o kendine çok güvenen tarzından.
Yoğun bir gündü. Bunaldığım bir an. Ekran kenarında bilerek yıllandırılmış post-it’lerden biri patladı. Ve ‘o diyaloglardan biri’ geçti aramızda: Neden yapmadın? Cevap, kulaklarımın alışkın olduğu o akıllı retoriklerden.. telefonda herkese yapılan ve hep galip çıkılan.
O anda sağduyum bitti. Neyin birikmesiydi, hiddetim ne kadar hedeften saptı bilmiyorum. Ama sesim yükseldikçe kendi kendimi sinirlendirdim galiba. Duygularım tamamen çıktı aktığı yatağından. Masayı yumrukladığımı hatırlıyorum, bunu bana yapma, beni o konuşmalarla oyalama, beni de yönetmeye kalkma diye.
Hiçbir şey söylemedi. Kalktı, paltosunu giydi gitti.
Tüm gelişmelere hazırdım. Halim tam, pişman değilim evet ben yaptım haliydi.
Ertesi sabah normal saatında geldi. Çalışmaya devam etti. Ben de o susalım bahsetmeyelim havasına uydum.
Böyle bir şey yaşandı gitti. Bir daha o an hiç konuşulmadı. Yıllar sonraki karşılaşmalarımızda bile.
Benim iş hayatımdaki en uç hiddet ânımdı. Tekti ve çözülmeden bir tabu olarak bugüne kadar geldi.
Sümer Özvatan dedi ki:
Peki o yıllandırılmış post-it’te yazılı olan iş ne oldu?
Yaptı mı sonraki günlerde?