Kısa öyküler

Ölüm saati

Hastanede refakatçiydi. Akşam olmuştu.

Koridorlar boşaldı. Gidenlerin yapacak bir şeyi kalmamıştı.

***

Sessiz bir kural kalanlara der ki, artık yalnızsınız, şimdi size sadece beklemek düşer.

Kat hemşireleri bile kendi içine çekilir. Bankolarının arkasında, sessizliğe gömülmüş.. herkes görünmez olmak ister gibidir.

Tek tük odadan çıkanlar olur. Holde küçük bir volta. Belli ki, çok eğreti. Küçük adımlarla bir gidiş geliş, bitti. O da ayağa kalkabilecek haldelerse. Refakatçının işi, odadaki çekyatta öylece beklemektir. Hiçbir şey yapmadan, boşlukta durur gibi beklemek.

Çok erken bir saatte hademe yemeği getirir. O tuhaf mutsuzluk yemeğini. Yapanın ruhunun olmadığı yemek. Kimliksiz, güya hasta işi, abes, paradigmalarla dolu, ucube yemek. Hastalar; püre, komposto, rosto yer. Yok sayılmanın en ucunu yaşar o tepsiler.

Refakatçıların bir anlamda yarı azat saatlarıdır 21.00 civarları. Belki o hüzünlü kafeteryaya inme saatleri. Birbirine uzak, tek tek oturdukları masalarda. Yalnız başına, ölgün ışıkta, ne zamandan kaldığı belirsiz, o ne idük kurabiyelere bakarak.

23.00, geceye giriştir artık. Kimsenin uykusu yoktur. Belki ilaç saatleri. Nöbetçi hemşirenin, gece öncesi son turları. Odalardan gelen tv dizilerinin hoyrat, şablon diyalogları. Hiç konuşmadan başları ekrana dönük sessiz insanlar.

Gene boş koridorlar, gene hüzün, gene ucu simsiyah bir geceye başlangıç.

Sonra derin geceye girilir yavaşça. Boş, umutsuz, ağır geceye.

***

Yavaşça o saatler yaklaşır. O tehlikeli saatler; 04.00 civarları. Ölümlerin çok sevdiği, insanları en dipte yakaladığı saatler. İnsanın en yalnız, en savunmasız olduğu zamanlar.

Çaresiz zamanlar.

Ölüm saatı.

Artık dakikalar ilerlemez. Zaman durur. Kımıldamadan beklenir o zor anlarda. Hastalar uyanıksa seslerini çıkarmazlar. Refakatçılar, uyuyor gibi yapar.

Başka bir boyuttur o.

***

Sonra.. saatler 05.00’e yaklaşır.

Yaz aylarıysa yarım saat sonra tanyeri ağarmaya başlar. Belli belirsiz bir aydınlık.

Hastane odalarında, o, gün ışığından ötedir.

O bir anlamdır.

Hâlâ yaşıyor olmanın aydınlığıdır.

Ertesi günün tüm vaat ettikleridir.

O tanyeri ışığı, kurtuluştur.

“Ölüm saati” üzerine bir yorum

  1. Aliye Gürkan dedi ki:

    İçim çıktı bu öyküden…annem eve gitmek istiyor, hastaneden çıkarın beni diyor dedim bir psikolog arkadaşıma: ölümden kaçış isteği bu dedi…hastanede olmak, o kadar hasta olmak ölümün davetiyesiydi. Beni en çok ama en çok çarpan ve hala ağlatan, öleceğini anladığındaki o sakin kabulleniş ifadesini gördüğüm ve bakıştığımız anın, tüm zamanları durduran o anın dün gibi hissi, şimdi asılı kaldı hayatla aramızda.

Yorumunuz var mı?