Böyle demişti yöneticisi performans görüşmesinde. Yeni geçmişlerdi bu sisteme. Eğitimleri yapılmıştı, ekrandan da takip edilebiliyordu. Yukarısı çok önemsiyordu; yöneticiler de öyle görünmeye çalışıyordu.
Konuşmanın başlarını hatırlamıyordu. Zaten hep dinlemişti. Monoton, anlamsız sesler, bir de fotoğraf gibi o sahneyi hatırlıyordu. Bir şeyler diyordu, süresini hep geçirirmiş de.. kontrol etmezmiş, hatalar olurmuş da.. Her birinin öyküsü vardı aslında. İçinden ‘sen o ânı nereden bileceksin’ diye geçirmişti.
Hevesle başlamıştı o işe. Kimse ona öyle büyük vaatlerde bulunmamıştı ama kendine söz vermişti, bu işi götüreceğim, hakim olacağım, tadını çıkaracağım, benim işim diyeceğim demişti. Zamanla nasıl çözeceğini bilemediği boşluklar çıkmaya başlamıştı önüne. Bilgisi mi yetmiyordu? O ortam mı tuhaftı? Başkalarının eksikliği mi katlanarak önüne geliyordu? Biraz oralarda dolanıyor, sonra düşüncelerinin üzerini örtüyordu.
Kendini, ait olmadığı bir yaşamın içinde hissediyordu. Hiçbir zaman seçememişti ki, tek yol vardı gidecek. Uzak hayalleri yoktu, çünkü uzak yoktu. Sadece yakını görebilirdi; o akşamı, o hafta sonunu, belki en fazla o yazı.
Zamansız, boyutsuz, amaçsız, arkasında iz bırakmayan bir yaşam. Denetimli serbestlikle müebbet. Koşullu salıverildiği zamanlar da iş dışındaki zamanları.
İşe gelirken ve dönüşte serviste hep uyurdu. Biraz yorgunluk, biraz oradan uzaklaşma.
Yeterince başarılı değilsin.. Bunu duyunca içi acımıştı. Geç çıktığı geceler geçti aklından. Çabalamıştı. Onlardan olmak için uğraşmıştı. O, tarifini bir türlü anlayamadığı başarılı olmak için.
Birisi vardı, yöneticiye yakın. Hep göz önünde. Hep işlerin içinde. ‘O rol’ bu mu diye düşünmüştü. Yapamazdı ki. Hayatta yapamazdı. Aralarında kocaman bir boşluk vardı.
Gelişme hedeflerini gerçekleştirmeni bekliyorum.. bunu hatırlıyordu en son. Böyle bitirmişti tiradını.
Boşlukta yüzer gibiydi.
Hakkındaki bir sonraki hükme kadar..