Hoş kadındı. Yaşadıkları yormuştu ama sanki izlerini sadece o görüyordu. Beğeniyordu kendini.
Gel gitleri vardı. İyi hissederdi bazen. İçinden taşan gücün önünü açardı; o zamanlarda halledilmeyecek bir şey olamazdı. Bazen de rüzgar ters eserdi.. yelkenleri toplama zamanı.. kapanırdı, küçülürdü, bıkardı, dururdu.
Ziynet gibi anıları vardı. Keyfi gelince zihninde çağırırdı onları. Sonra birden sıkılıverirdi, çünkü onlar dündü.
Kimseyi beğenmiyordu artık, dert buydu aslında. Kabulünün çıtasını göklere çıkarmıştı. Ve bundan çok emindi. En çok bu düşüncesini seviyordu.. en iyi hissettiren oydu: Hiçse hiç kalsın.
Kendini küçük tavizler için zorladığı anlar olmuştu. Hayır. Sonu kötü hissettirmişti hep.
Gittikçe katılaşıyordu.
Aslında çıkış yolunu biliyordu. Kapının önünde oyalanıyordu. Bir tür oyun. Çıkış, içine yolculuktu. Bunu keşfetmişti, biliyordu ama duruyordu işte.
Tam ne istediğini düşünürdü bazen. Hatta kızarak. Ne? Ne? Sözcüklere indirmeye çalışırdı. Bulduğu: Derin bir arkadaş. Fazla iyi olacak. Bir yol arkadaşı. Sıfatsız, şablonsuz, hatta açıklamasız.
Buna yaklaşan insanlar tanımıştı. Öyle zannetmişti. Öyle olmasını çok istemişti. Sonunda ya keşfedecek kadar yaklaşamamıştı, ya onlar öyle değildi, onun hayaliydi.
Değişimine şaşıyordu bazen. O değerli dönüşümüne. Sıradan duygulardan nerelere geldiğine. Nasıl bu kadar karmaşıklaştığına.
Hayat dolu bir yanı vardı. Bu Dünya’ya ait yanı. Sessizce hazzı arayan yanı.
Kendi tanımladığı hazzı.
Gel gitler yoruyordu.. ama güzeldi. Bitmesini istemiyordu. Belki de tadı oradaydı.
Ya Godot gelirse?