Şöyle bir etrafa bakın: Varlar ve her yerdeler.
İyi, sevimli, güler yüzlü. Çalışmak, aile terbiyesi ya da bir inanç biçimi gibi. İniş çıkışsız, sürekli azimle hayata tutunarak. Verilen hiçbir işe hayır demeden. Şikayet etmeden.
Aslında ‘o’ iyi niyetli bir tuzak. Çünkü neyi yapamayacağının farkında değil. Belki her şeye peki diyerek kendini iyi hissediyor olabilir ama birkaç deneyimden sonra siz kendinizi rahat hissetmemeye başlarsınız. Talimatınızı duruma göre esnetmez, ne demişseniz her durumda standart aynen onu yapar. Kendinden bir şey katmaz. Körlemesine iş aşkıyla geçen bir hayat. İnsanları, durumları yorumlamaz. Kendisine söylenenlerin içinden önemliyi önemsizi ayırt etmez, hepsini Google’ın tercümesi gibi algılar. Bazen kendinizi bitki büyütür gibi hissedersiniz: Güzel ama hep siz onun için bir şey yapmak zorundasınız.
Bugün bir tweet’imde sordum: Tutar mısınız bunu diye. Gayet net ‘hayır’ cevapları geldi. Ama farklı yaklaşımlar da var. Mesela @nurettineroguz ‘İşleri berbat etmediği sürece ve şirkette bir ikincisi yoksa tutarım’ demiş. @turkayurkmez ‘Şirket insan vücudu gibidir. Onda dahi çok çalışıp işlevini yerine getiremeyen hücreler var, dolayısıyla mükemmellik değil de denge aranıyorsa o personel şirkette kalmalı’ demiş.
Ben bunu bağımlı kişilik denilen bir kişilik özelliğine bağlıyorum. Onlara dokunmamak, grup içi ilişkilerde sosyal kaytarmaya yol açar. Bir nevi grup içi tembellik. Kötü bir rol modelidir yani. Etrafına, istenmeyen davranışların -sebebi acıma, sempati, ne olursa olsun- kabul gördüğünü gösterir. Böyle de olabiliyormuş dedirtir.
Onun için bu insanı ya göz önünden iyice yok etmek, ya da zorla davranış geliştirmenin yollarını denemek lazım.
Öyle olduğu gibi ortada dolanması demek, kendisini çoğaltmasına göz yummak demektir.