• İş hayatında başarılı olmak ne demek?
Tek cevabı yok. O kişinin başarıdan ne anladığına bağlı. Mesela hedeflerini hep gerçekleştiren ama yanında adam dayanmayan şube müdürü aklıma geldi. Genel Müdürlük ona dokunmuyordu. Bu da bir başarı!
Kimine göre çok uzun tek yerde çalışmak, kimine göre unutulmayacak projelerde görev almış olmak, kimine göre veda gecesinde ekibinin onu uğurlarken ağlaması, kimine göre aldığı sıkı bonuslarla emeklilik yatırımını yapmış olmak.. Ben en iyisi kendime göre neyin başarı sayılmayabileceğini söyleyeyim: Ezberlediği işini hiç geliştirme çabası olmadan, merak etmeden, Dünya’da olup bitenden habersiz, otomatiğe bağlayıp bot gibi tekrarlamak. Not: Akademik başarı, meslek hayatının en başında önemli, işe daldıktan sonra kimsenin aklına bile gelmez.
• “Kendinizi 5-10 yıl sonra nerede görüyorsunuz?” sorusu ile ne anlamak istiyorlar?
Bir defa bu kadar dalga geçilen bir soruyu hâlâ soran varsa, o kişinin her türlü gerçeklikten kopuk olduğunu varsayabiliriz, ciddiye alıp ne bulmak istediğini tahmin etmeye değmez. Ayrıca bu kadar alt düzey bir mülakatçı ile karşılaşmak, o kurumun kültürü hakkında sağlam ipucudur. Hemen oradan kaçın.
• İş başarısının kişisel etiklerle ilişkisi?
Önce kavramda anlaşalım. Etik, kökeninde gelenek demek. Biraz uyarlarsak ‘davranış ilkesi’ diyebiliriz. Kişisel etikler ~ kişisel davranış ilkeleridir. Benzer durumlarda, ne şekilde davranılacağının öngörülmesidir. Mesela bir avukatın belirli suçların davasını savunmayı kabul etmemesi. Kişisel ahlak anlayışı da diyebiliriz. Seviyeyi biraz yükseltirseniz, adı, bir mesleğe ait ortak ilkeler olur. Daha da yukarı çıkarırsanız, tüm zamanlarda herkes için geçerli ilkelere geliriz ki, onlar artık genel ahlaktır. Kişisel etikler pekâlâ o dönem ve coğrafyada geçerli olan ahlak anlayışıyla uyuşmayabilir.
Soruya dönelim. Bunun iş hayatında ne getirisi olabilir? Bence kararlılıktır, belirliliktir, güvenilirliktir. Hatta biraz daha ileri gideyim, insanın onurudur, dışarıdan algılanma biçimidir. Bedeli neyse ödenir ve tadı çıkarılır🙂
• Kurum içinden herhangi birisi İK’cı seçilebilir mi? Ya da İK çalışanları arasından birisi İK yöneticisi olsa daha verimli olur mu?
Kurum içinden alakasız bir işkolundan birisinin İK’nın en tepesine getirilmesine çok tanık oluyoruz. Galiba kültüre uyumu kaygısıyla, ya da ‘mutemet’ mantığıyla yapılıyor. Avantajları malum, kapalı kutu bir yabancıyla sonra başınız ağrımıyor. Dezavantajı, İK bilgi ve birikim eksikliği. O kişiler o saatten sonra bilgi açığını kapatamıyorlar, işler sağduyuyla ve genel yönetim becerileriyle gidiyor.
Departman içinden birinin İK yöneticisi olması ve sonrasında kabul görmesi tamamen o ortamın kültürüne bağlı. Tutumlar ölçülebilir ve bu terfinin sonuçları öngörülebilir. Yani cevap durumsal. İyi de olabilir, kötü de.
• Toplantıya hep geç gelenlere ne yapılabilir?
Gayet kolay. Geç gelenin kafasında aksi yönde bir düşünce pekiştirilir. Evet, hashtag, Skinner’ın pekiştirmesi. Beklenmedik zamanlarda, ara ara onsuz başlatılır. Burada üç unsur var: Onsuz başlatılabileceğini göstermek (olumsuz pekiştirme), bunu belirsiz zamanlarda yapmak ve yeterli miktarda tekrarlamak. Sonunda şöyle düşünmeye başlar: “Bunlar bensiz başlayabilir, gecikmeyeyim”. İşte o an, edimsel olarak şartlandığı andır. Gecikmez artık.
Ama bunu yapan yöneticinin kendisiyse, olay bitmiş demektir. Tam tersine işler. Toplantıya geç kalınabileceği konusunda rol modelliği yapmış demektir. Herkes geç gelebilir.
• Bir yönetici, çalışanıyla gerçekten ilgilendiğini ona nasıl fark ettirebilir?
Nasıl gidiyor, nasılsın diye sorarak değil. Yaptığı işlerle ilgili geribildirimler vererek (umulmadık zamanlarda, küçücük konularla ilgili yorumlar ne etkileyici olur).
Sinir oluyorum koç/mentor lafına ama, adını böyle koymadan bunu yaparak (püf noktası, küçük yönlendirmelerle başarmasını sağlamak).
Hep gerçek olarak. İyiye iyi olmuş, iyi olmayana olmamış diyerek. Koca insanlara pışpışa gerek yok. Sahici olununca hem başarılar daha değerli olur, hem beğenilmeyenler koymaz, çünkü takdirin de gelebileceği bilinir.
Yani yöneticilik oynanmaz, birlikte yaşanır dedim.
• Yöneticinin sorumlulukları battal gazi olmadan nasıl hatırlatılır?
Yapılamaz. Bunu hazmedecek yönetici yok gibi bir şey. Beni eleştirebilirsiniz diyene de inanmayın. Yalan! Yazar bir yere. Unutmaz. O anda belli etmez, kokusu sonra çıkar. Sorumluluklarının hatırlatılması gerekiyorsa geçmiş olsun, umutsuz vakadır o.
Elif Şimşek dedi ki:
“Beni eleştirebilirsiniz” diyen yöneticiye inanmıştım ( belki de inanmak işime gelmişti, eleştireceğim ya, içimi dökeceğim ). Dinlemişti, “hımm, hımm”’demişti. Sonra söylediğiniz gibi oldu, yazmış bir kenara, patladı. 3 saat odaya kapandık, sesler yükselmedi ancak kelimeler sert ötesi, haddini aşar türden oldu. Sonra mı ne oldu? Ben YKB ‘den istifa ettim, 21 yılın üzerine. O’na mı ne oldu? IK’ya tüm yaptıklarını anlattım, etik çalışmıyordu. Bir zaman sonra işten attılar. Şimdi ne mi yapıyor? Hatırı sayılır bir üniversitenin öğrenci işleri yöneticisi olmuş. Melek yüzlü şeytan, bildiğiniz bukalemun, iyi kamufle ediyor çirkin yüzünü.