Bir defa o ‘unvan’. Alışmışız ‘ü’lü söylemeye, değiştirebilsek iyi olur.
Sosyal bir konumun (mevkiin) adı. Latince ‘titulus’, ya da eski İngilizce ‘titul’dan. Etiket, başlık adı demek. Geçmişte sosyal konumdan önce sadece kitap ve film adları için kullanılırmış.
İş hayatında yıllar içinde bu kadar sorun olmasının sebebi, kurum içindeki saygınlık derecesini göstermesi. Her alt kültür içindeki unvanlar, o sosyal çevrenin değerlerine göre anlam ifade eder. Mesela ‘hacı baba’ bir çevre için duble değerliyken, başka bir kesim için şaka konusudur.
İş hayatındaki mana ve ehemmiyeti de aynen yukarıdaki açıklamaya dayanır. Ne kadar unvan, o kadar Maslow’un dördüncü basamak tatmini. Tabii hangi unvanın daha değerli olduğunu anlamak için o kurumun içindeki unvan algılarını ölçmek gerekir. Yani onların hacı babasını bilmemiz lazım.
Buraya kadar bir şey yok. 80’lerden sonra kurumlar unvanların tadını kaçırınca sorunlar başladı. Malum, transferlerde ‘ücret bitti unvan verelim’ furyasından sonra etrafı unvan bastı. Çıkmaza girdiğimiz o yıllarda Amazon’dan unvanlar üzerine popüler bir kitap getirtmiştim. Özetle diyordu ki, istediğiniz kadar uydurun, yaratıcı olun. İstedikleri birse, iki verin. Bunu da yıllar içinde denedik. Unvanlar iyice metastaz yaptı, etkisini kaybetti.
Unvanlar bizi bu kadar boğacak noktaya geldiyse bir çıkış yolumuz daha var: Reset atarız. Fabrika ayarlarına döneriz. Kanlı bir yöntemdir, her kurum göze alamaz. Atılan unvanların yerine kimsenin bilmediği, az sayıda yepyeni unvan koyarız. Bu ciddi zaman kazandırır, ta ki bu unvanlara da o kapalı sistem içinde sübjektif değerler atfedilip yetmemeye başlayıncaya kadar. Zamanında bir banka tüm yönetim kademesi unvanlarını iptal edip, yerine tek bir ortak ‘yönetici’ unvanını koymuştu. Bir sürü insan bu yüzden istifa etti. Kimseye yaranamadı ama gene de İK’sal bir devrimdi.
Sonsöz. Bu dert bitmez. Seçin politikanızı. Ya az sayıda unvanı ne pahasına olursa olsun savunacaksınız. Ya da uydurup uydurup dağıtacaksınız. Doğrusu yok. Yiğit-yoğurt meselesi.